İlahiyat

Etiket: İyi midir? Kötü müdür?

Önceki bir yazımda (Calvinizm Alerjisi veya Alerjik Calvinizm) belirttiğim üzere Hristiyanlar, özellikle Protestanlar arasında çeşitli teolojik ayrımlar mevcut. Bu ayrımlar ağırlıklı olarak kurtuluş öğretisi (soterioloji), son günler (eskatoloji) ve kilise öğretisi (eklesiyoloji) ile ilgilidir.

Kurtuluş öğretisine ilişkin ayrımlar insanların nasıl kurtulduklarıyla ilgilidir. Kimileri insanların yalnızca imanla kurtulduğuna inanır. Bunlara Reformcular veya Calvinistler denir. Calvinistlere göre kişinin, kendi kurtuluşuna yaptığı tek katlı, günah işlemektir. Başka bir deyişle, insan herhangi bir şekilde kurtuluşuna katkıda bulunamaz. İnsanı, dünya yaratılmadan önce seçmiş olan da Tanrı’dır, kişiyi etkin çağrıyla kendisine çağıran da Tanrı’dır, kişiye tövbeyi de imanı da veren Tanrı’dır. Üstelik, kişinin son güne dek imanda kalmasını sağlayan da Tanrı’dır. Yalnızca imanla kurtuluş, elbette imanlının iyi işler yapmasına engel teşkil etmez. Tersine, işler, kişinin imanda olduğunun göstergesi, yani Ruh’un meyvesidir. Luther’in dediği gibi, “İnsan yalnızca imanla kurtulur, ancak kurtaran iman yalnız değildir.”

Öte yandan kimileri, kurtuluşun iman + işler (yani sevaplarla) ilgili olduğuna inanmaktadırlar. Bunlara Arminiusçular denir. Arminiusçulara göre, kişinin kurtuluşu bir koalisyonun sonucudur. Şöyle ki, dünya yaratılmadan önce Tanrı geleceği görmüş, kimlerin O’na iman edeceğini bilmiş ve iman edecek olanları seçmiştir. Dolayısıyla, kişinin kurtuluşunun, yani Tanrı tarafından seçilmesinin insanın iradi eylemine dayalı olduğuna inanmaktadırlar. Hal böyleyken, kişinin bireysel bazda kurtuluşu, Tanrı’yı seçmekle, O’na iman etmeyi tercih etmekle alakalıdır. Başka bir deyişle, Tanrı çağırır, insan çağrıya cevap verirse kurtulur, ancak eğer son nefesini verinceye dek cevap vermezse, cehenneme gider.

Seçim ve iradeyle ilgili vermiş olduğum örnek, verebileceğim birçok örnekten yalnızca bir tanesidir.

Arminiusçular ve Calvinistler arasındaki ayrımla ilgili tarihsel yazıyı kısa bir süre sonra yayınlayacağım. Böylece bu isimlerin nereden kaynaklandığını, insanların günümüzde neden bu isimleri benimsediklerini kolayca görebilirsiniz. Ancak kısaca özetlemek gerekirse, Reformasyon hareketi sonrasında Hollandalı ilahiyatçı Jacobus Arminius’un fikirlerini benimseyen bir grup, Protestan Reformunun kurtuluşla ilgili ilkelerine karşı çıkarak Arminiusçuluğun Beş Maddesi isimli bir bildirge yayınladı. Bunun ardından Hollanda’nın Dord kentindeki konseyde toplanan ilahiyatçılar Arminiusçuluğun bu Beş Maddesine karşılık olarak Calvinizm’in Beş Maddesini ileri sürdüler. Dolayısıyla, bu “Calvinizm’in Beş Maddesi” etiketi, günümüze dek gelmiştir. Her neyse, dönelim konumuza.

Müslüman bir ülkede yaşadığımız için olsa gerek, etiket kavramı bazı dostlarımızı, kardeşlerimizi üzüyor. “Kilise içerisinde neden ayrım yapıyorsunuz?” tarzındaki sözler, bir süre sonra daha da ileri giderek “Bölücülük yapıyorsunuz” ithamıyla beni ve benim gibi düşünen insanları üzüyorlar. Uzun bir süredir kendimi geri çekip, tabiri caizse, kendi dünyamda inandığımı yaşamaya gayret ettim ve inandıklarımı yalnızca merak eden kardeşlere anlatmaya kararlıydım. Burada yazdıklarım da aslında yine kendi dünyamdan yansıtmak istediğim fikirlerdir.

Hristiyanlık bağlamında konuşacak olursam, insanlar hangi mezhebe ait olduğumu sorduklarında Presbiteryen olduğumu söylüyorum. Kimileri benim bunu bile dile getirmemi hoş karşılamıyor, biliyorum, fakat olaylara daha geniş bir açıdan bakmayı tercih ettiğim için “etiket” kullanmayı yeğliyorum. Sebebini söyleyeyim: yaklaşık 2000 yıldır Hristiyanlık dünyasında türlü türlü sapkın öğretiler türedi; erken kilise döneminden tutun da 21.yüzyıla kadar hala insanın aklının ucundan geçmeyecek tuhaf fikirler, tuhaf “teolojiler” ortaya çıktı. Tuhaflıktan kastım, benim inandıklarımdan farklı şeylere inanmaları değil, gerçekten Kutsal Yazılarla uzaktan yakından alakası olmayan şeyleri kabul etmeleridir. Şimdi bu “farklı” arkadaşlara (gücendirmeme adına bu ifadeyi özellikle seçtim) “Sen neye inanıyorsun?” diye sorduğunuz zaman “Ben Kutsal Kitap’a inanıyorum” cevabını alırsınız. Hiçbiri asla etiket kullanmaz; tersine birleştirici ve ekümenik bir hava yaratma çabasındadırlar. Dolayısıyla, ben de “Kutsal Kitap’a inanıyorum” tarzında ucu bucağı olmayan geniş bir kavram kullanırsam hem kendime hem de karşımdakine zor anlar yaşatırım. Doğal olarak, oturup neye inandığımı tek tek saymak yerine mezhep ismini kullanmak daha kolay oluyor.

Aynı durum Karizmatik, Baptist, Pentekostal fikirleri savunan arkadaşlar için de geçerlidir. Bu konuda fikir beyan etmeyip sessiz kalmak, karşıdaki kişiyi daha fazla irdelemeye itiyor diye düşüyorum. Belki yanılıyorumdur ama merak duygum yüksek olduğu için ben daha fazla irdeleme gereksinimi duyuyorum. Örneğin, Ali ile Mehmet tanıştıklarında ve samimiyetlerini ilerlettiklerinde, kilise ve ilahiyat konusunda da birbirlerini daha iyi tanımak isteyeceklerdir. Eğer Ali “Ben Kutsal Kitap’a inanıyorum” der ve kestirip atarsa, Mehmet’in aklında çeşitli fikirler belirecektir. Çünkü Mormonlar da Yehova’nın Şahitleri de Kutsal Kitap’a inandıklarını söylüyorlar fakat Hristiyan değildirler. Bu durumda Mehmet ne yapmalı? Bence Mehmet’in birkaç seçeneği var: (1) Bu cevapla tatmin olup, Ali’nin neye inandığını umursamamak, (2) Merakını zamana yayıp Ali’nin görüşlerinin ortaya çıkmasını beklemek, (3) bazı teolojik meseleler konusunda tek tek soru sormak, (4) tartışmalı bir konu açıp Ali’nin kim olduğunu öğrenmeye çalışmak veya (5) hangi mezhebe mensup olduğunu Ali’ye direkt sormak. İlk dört seçenek hem zorlayıcı hem de manipülatif seçeneklerdir. Sonuçta yeni tanıştığın ve samimiyetini ilerletmek istediğin birisiyle niye teolojik kavgalar edesin ki? Bunun yerine beşinci seçeneği tercih edip, Ali’nin inancını bilgi bağlamında öğrenip kişiselleştirmeden arkadaşlığa devam etmek en doğrusudur. Ben öyle düşünüyorum, en azından. Bu hem kısa hem de son derece pratik bir yoldur. Üstelik eğer birlikte Tanrı’ya hizmet etme durumu gündeme gelirse, Ali ile Mehmet birbirlerini daha iyi tanımış ve hizmete başladıktan sonra kavga etmemiş olurlar.

Şu ana kadar anlattıklarım, “etiketlemenin” iyi yönleriydi. Şimdi biraz olumsuz kısımlara bakalım. Olumsuz kısım, kibirden kaynaklanan kısımdır. Örneğin X mezhebine mensup birisi, Y mezhebine mensup birisine tepeden bakabilir, ki bu da Tanrı’nın gözünde doğru değildir. Bizzat yaşamış olduğum bir olaydan söz edeyim. Bir gün konuşmacı olarak bir gençlik grubuna çağırıldım. Seve seve gittim ve bir arkadaşımla birlikte özellikle inanç savunması konusunda insanların sorularını cevapladım. Soruların büyük bir kısmı Hristiyan olmayan kimselerden geliyordu. Hristiyan olmayanların soruları bitince, Hristiyanlar soru sormaya başladılar. Birkaç soru sorulduktan sonra birisi eline mikrofonu aldı ve şöyle bir soru sordu: “Benim duyduğum kadarıyla, Kutsal Ruh’un armağanlarına inanmayan, ruhsuz kimseler var. Onlar neden böyleler? O kişilere karşı nasıl cevap verebiliriz?”

Soruları birlikte cevapladığım arkadaş, elçisel armağanların günümüzde geçerli olduğuna inanıyor, ben ise inanmıyordum (görüşlerimiz hala aynı); fakat birbirimize “ruhsuz” tarzı lakaplar takmıyorduk. Ancak soruyu soran arkadaş bir varsayımla hareket edip, kendi teolojik bilgisinin, kendi mezhebinin üstünlüğünü, farklı bir gruba “ruhsuz” diyerek sergiledi. Soruyu ilk olarak ben cevapladım ve neden “ruhsuz” olduğumu sanırım makul bir şekilde dile getirdim daha sonra konu kapandı.

Sözüm o ki “etiketleme” durumu, başkasını aşağıladığınızda, başkasına tepeden baktığınızda, onu hor gördüğünüzde tehlikelidir çünkü beslediği şey yalnızca kibirdir. Birilerinin bizden farklı düşünmesi, bizi hemfikir yapmayabilir ancak onları tabiri caizse “aptal” yerine koymamalıdır. Bir Baptist ile bir Presbiteryen birçok konuda farklı düşünebilirler; birlikte aynı çatı altında, aynı kilisede hizmet etmemeyi tercih etmeleri aralarındaki ilişki açısından daha sağlıklı olacaktır. Fakat biri diğerine aşağılayıcı bir biçimde bakarsa, o zaman işte “etiket sorunu” ortaya çıkacaktır.

Dolayısıyla, mezhepsel etiketlerden çekinen arkadaşlarımızın korkularını anlamakla birlikte, bazı korkuların abartı olduğu düşüncesindeyim. Mezhepsel etiketleme olmasa bile insanın kibri, kavga çıkarmaya yeterli olacaktır. Dünyada din ve ırk olmasaydı, hiç savaş yaşanmayacağını zannedemeyiz. Savaşı çıkaran şey insandır; insana bahane olsun yeter ki! Öte yandan, etiket kullanımının, yani neye inandığımı tek kelimeyle ifade etmemin, zamansal ve pratik açıdan iyi olduğu düşüncesindeyim. Bu anlamda ben Hristiyan, Protestan ve Presbiteryen olduğumu söylemekten çekinmiyorum. Siz de çekinmeyin. Yüreğinizi koruyun ve kibrin her türlüsünden tiksinin.

Sevgiyle kalın.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu