Tarih

Vaazı Canlandırma Çabası: Tarihsel Bir Not

Kilise içindeki durum giderek kötüleşmeye başlamıştı. Rahiplerin tutum ve davranışları, halkın dinî cehaleti, insanları sapkın öğretilere sürüklemeye başladı. Özellikle 11. yüzyılda Bulgaristan’daki milliyetçi hareketler ve ardından Bizans ile yaşanan çeşitli çatışmalar, korkunç bir sapkınlığa kapı açtı. Ermeni Paulikanlardan etkilenen Bulgarlar, küçük bir tarikat kurarak Bizans dinine (yani Hristiyanlığa) karşı direnmeye başladılar. Bir süre sonra I. Aleksios Komnenos’un etkisiyle Bizans içindeki güçlerini ve etkilerini kaybetseler de tebliğlerini Avrupa’nın çeşitli bölgelerine ve özellikle Güney Fransa’ya yaymışlardı bile. Kilise içindeki çeşitli makam kavgaları halkı dini açıdan cahil bırakırken, kilise cemaati farklı sözüm ona ruhani felsefelerin kurbanı olmaya başlamışlardır. İspanyol Reconquista’sının[1] kıvılcımıyla başlayan Haçlı Seferi hareketi, kurumsal bir yapı olarak Papa’nın ve Kilise’nin Avrupa genelinde toplum üzerindeki etkisini önemli ölçüde güçlendirmiştir. Haçlı Seferleri başlamadan önce de Kilise’deki feodal yapılanma halk tarafından olumsuz karşılanıyordu. Böylece Kilise’nin maddi açıdan güçlenmesi nüfuzunu artırmış ve dikkatini ilahiyattan ziyade uygulamaya odaklamasına yol açmıştır. İnsanlar günahtan ve ebedi azaptan kurtulmak için daha hızlı çözümleri tercih ediyordu. Roma Katolik kilisesi süregelen sakramental öğretileriyle insanlara hap verir gibi vaatler sunmuş ve yüreklerine su serpmişti. Geçmişte manastır tarikatı insanlar için bir umut olarak görülüyordu ancak elçisel sadelik ve yoksulluktan uzaklaşan manastır tarikatının da reforma ihtiyacı vardı. Örneğin Benedict’in manastır düzeninin bel kemiği olarak nitelendirilen eseri “Regula Sancti Benedicti”[2] artık ciddiye alınmıyor, manastırlarda göz ardı ediliyordu.

Ancak bir süre sonra, 1112 (veya 1113) yılında, Clairvaux’lu Bernard 23 yaşında bir genç olarak kendini göstermeye başladı. Bernard bir rahipti ve özellikle Tanrı Sözü üzerinde düşünmeye ve O’nu daha çok sevmeye çalışıyordu. Bernard’a göre Meryem’in yaptıkları Marta’nın yaptıklarından daha değerliydi, çünkü İsa’nın Beytanya’daki hikâyesi Bernard’ın manastır düzeninin bir parçası olmasında önemli bir rol oynuyordu. Bernard’ın etkisi ilerleyen yıllarda kendini büyük ölçüde gösterdi. Özellikle Kilise’nin zenginliğe değil, Tanrı’nın emirlerine ve doğal olarak itaate odaklanması gerektiğini öğretti. Ancak İkinci Haçlı Seferi sırasında vaizlerden biri olan Bernard, halkı Yahudileri katletmekten vazgeçirmeye çalışmaktaydı.

Dominic de Guzman da manastır reformunun bir parçasıydı. De Guzman, Roma Katolik Kilisesi’nin özellikle güney Fransa’da çoğunluğunu Catharların oluşturduğu sapkınlara karşı verdiği mücadeleyi gözlemlemiş ancak Kilise’den farklı bir yol izlenmesi gerektiği sonucuna varmıştı. Dominic, vaazlar ve çoğunlukla akademik çalışmalar yoluyla Kilise’yi arındırmaya ve reformu gerçeğe dönüştürmeye çalışıyordu. Dominik’in Katolik Kilisesi’ndeki etkisi muazzamdı. Çünkü “Dominiken Tarikatı” adını Dominic de Guzman’dan almaktadır. Dominic, Hristiyan ilahiyatıyla ilgili gerçekleri daha akla uygun bir şekle getirmeye çalışıyordu. Dominiken Tarikatı’nın amacı, özellikle 1900’lerin başındaki liberaller gibi Kutsal Kitap’ı ve Hristiyan ilahiyatını bilim ve kültüre uygun olarak yorumlamak değildi.

Tersine, Kutsal Kitap’ı daha iyi anlamak ve onu çeşitli görsel lütuflar -yani sakramentler- aracılığıyla ve zihinsel olarak kavramaktı. Bu noktada Aquinolu Thomas önemli bir rol oynamıştır. Dominic de Guzman, Cathar örneğinde olduğu gibi, sapkınlarla sadece kılıçla savaşmanın yeterli olmadığını gözlemlemiş ve vaazın (yani Tanrı Sözü’nün) gerekli olduğu sonucuna varmıştır.

Assisi’li Fransua da önemli ve dikkate değer vaizlerden biriydi. Fransua’nın hareketi de tamamen Kilise’yi daha iyi hale getirmeyi amaçlıyordu. Fransisken Tarikatı’nın kurucusu olan kişi kendisidir. Fransua, Dominik ile aynı dönemde yaşamış olsa da, yönelimleri biraz farklıydı. Dominik akademik anlayışa daha fazla önem verirken, Fransua daha çok mistik bir etkiye sahipti. Fransua’nın mistik etkilerinden biri de Stigmata deneyimidir. Stigmata, İsa’nın çarmıhta aldığı yaraların aynısının bir kişinin üzerinde belirmesi, kanaması ve acıya neden olması anlamına gelir. Stigmata’nın tam olarak nereden kaynaklandığı bilinmese de doğaüstü bir deneyim olduğu açıktır. Ancak Fransua’nın etkisini Kutsal Kitap’ta yer almayan bir deneyimle sınırlandırmak doğru olmaz. Fransisken Tarikatı’na mensup kişiler de tıpkı Dominikenler gibi vaaz vermeye devam etmiştir. Böylece Dominikenler halkı akademik ve pür bilgi açısından güçlendirirken, Fransiskenler daha ruhani bir yaklaşımı tercih etmişlerdir. Clairvaux’lu Bernard gibi Fransua da Mesih’in insanlığını vurgulamış ve bunu daha mistik bir şekilde ifade etmiştir.

[1] Reconquista, İber Yarımadası’nda Müslüman yönetimi altındaki toprakların Hristiyan krallıklar tarafından yeniden fethedilmesi sürecine verilen isimdir. Bu süreç, 8. yüzyılda başlamış ve yaklaşık 800 yıl sürmüştür. Reconquista, 711 yılında Müslümanların İber Yarımadası’nı fethetmesiyle başlamış ve 1492 yılında son Müslüman devlet olan Granada Emirliği’nin Hristiyanlar tarafından ele geçirilmesiyle sona ermiştir.

[2] Regula Sancti Benedicti (Aziz Benediktus Kuralları), 6. yüzyılda Nursialı Aziz Benediktus tarafından yazılan ve Batı Hristiyan manastır yaşamını düzenleyen bir kural kitabıdır. Bu kurallar, manastır yaşamında itaat, ibadet, çalışma, suskunluk ve mütevazı yaşam gibi ilkeleri vurgular. Benediktin keşişleri, topluluk içinde disiplinli bir yaşam sürmeli, fiziksel çalışma ve dua ile Tanrı’ya hizmet etmelidir. Kurallar, Batı Avrupa’daki manastırların düzenli ve dengeli bir şekilde işlemesini sağlamış ve Hristiyan manastır hareketinin temel taşlarından biri olmuştur.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu