ApolojetikTarih

Lyonlu Irenaeus: Çağının En Büyük Apolojisti ve İlahiyatçısı

Toğrul Salamzade

Giriş

Lyonlu Irenaeus, erken dönem Hristiyan düşüncesi tarihinde, etkisi ilahiyat tarihinin koridorlarında yankılanan yüksek bir figür olarak durmaktadır. Hristiyan öğretisinin gelişiminde kritik bir dönemde yaşamış olan Irenaeus, zamanının çeşitli sapkınlıklarının ortaya çıkardığı teolojik zorluklarla mücadele ederek önde gelen bir apolojist ve ilahiyatçı olarak ortaya çıkmıştır. Bu makale, Irenaeus’un teolojik katkılarının arka planını ve bağlamını keşfetmeyi ve çağının en büyük apolojisti ve ilahiyatçısı olarak önemini değerlendirme araştırma problemini ele almayı amaçlamaktadır. Hristiyanlık döneminin ikinci yüzyılı, yeni ortaya çıkan Hristiyanlığın çeşitli öğretisel zorluklarla boğuştuğu teolojik çalkantılarla geçti. Kendilerine özgü kozmolojileri ve ezoterik öğretileriyle Gnostik mezhepler yeni oluşmakta olan Hristiyan cemaati için büyük bir tehdit oluşturuyordu. Lyon Piskoposu olarak Irenaeus bu zorluklarla yüzleşmede ve sağlam bir teolojik cevap ortaya koymada önemli bir rol oynamıştır. En büyük eseri olan “Sapkınlıklara Karşı”, Gnostik sapmalara karşı ortodoks Hristiyan öğretisini savunmasını açıklayan erken dönem Hristiyan ilahiyatında temel bir metin olmaya devam etmektedir.

Bu makalenin merkezinde yer alan araştırma problemi, Lyonlu Irenaeus’un çağının en büyük apolojisti ve ilahiyatçısı olarak statüsünü değerlendirmeye odaklanmaktadır. Irenaeus, ikinci yüzyılın teolojik arazisinde gezinirken karmaşık öğretisel meselelerle boğuşmuş, farklı teolojik bakış açılarıyla ilgilenmiş ve Hristiyan inancının ortodoksluğunu savunmuştur. Bu çalışma, tarihsel bağlamı ve karşılaştığı teolojik zorlukları göz önünde bulundurarak Irenaeus’un teolojik katkılarının doğasını ve kapsamını değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Bu makalenin amacı iki yönlüdür: ilk olarak, Irenaeus’un teolojik katkılarının kapsamlı bir incelemesini sunmak, apolojetik metodolojisinin nüanslarını ve yazılarında gömülü olan doktriner anlayışları aydınlatmak; ve ikinci olarak, Hristiyan ilahiyatının yörüngesini şekillendirmede çalışmalarının kalıcı öneminin altını çizmek. Bu makale, Irenaeus’un döneminin entelektüel ve teolojik ortamını inceleyerek, onun apolojetik ve teolojik görüşlerinin çağdaş Hristiyan düşüncesi için kalıcı önemine ışık tutmayı amaçlamaktadır. Bu araştırmanın önemi, erken Hristiyanlık döneminin teolojik ortamına dair anlayışımızı derinleştirme ve Irenaeus’un ortodoks Hristiyan öğretisinin sadık bir savunucusu olarak kalıcı mirasını tanıma potansiyelinde yatmaktadır. Bu çalışma, Irenaeus’un teolojik metodunu, sapkınlıklarla olan etkileşimini ve Hristiyan ilahiyatına yaptığı yapıcı katkıları inceleyerek, Lyonlu Irenaeus’un attığı entelektüel ve ruhani temelleri aydınlatmayı amaçlamaktadır.

Bu makale, Lyonlu Irenaeus’un titiz apolojetik çalışmaları ve derin teolojik kavrayışları sayesinde ikinci yüzyılın en büyük apolojisti ve ilahiyatçısı olarak ortaya çıktığını savunmaktadır. Gnostik sapkınlıklarla stratejik bir şekilde yüzleşmesi ve ortodoks Hristiyan doktrinini yapıcı bir şekilde ifade etmesi, onun erken dönem Hristiyan düşüncesinin gelişiminde önemli bir şahsiyet olarak kalıcı mirasını sağlamlaştırmıştır. Yazılarını ve tarihsel bağlamını titizlikle inceleyen bu çalışma, Irenaeus’un Hristiyan ilahiyatına yaptığı katkıların kalıcı önemini vurgulamayı amaçlamaktadır.

Irenaeus’un Yaşamı

Lyonlu Aziz Irenaeus’un yaşamı ve pastoral hizmetinin ayrıntıları hakkında pek az şey bilinir. Bu büyük kutsalın doğum yeri ve tarihi bile tarihin perdesi arkasında bizden gizlenmiştir. Irenaeus’un anne ve babasının Hristiyan olduğuna inanılmaktadır. Büyük bir olasılıkla ikinci yüzyılın ikinci çeyreğinde doğduğunu söyleyebiliriz. Bazı ikinci dereceden olgulara dayanarak, bu olay yaklaşık 130 yılına tarihlendirilmektedir.[1] Irenaeus’un kendisinin günümüze ulaşan anılarına göre, ergenlik çağında Kilise’nin önde gelen rahibi İgnatius’un arkadaşı ve Elçi Yuhanna’nın öğrencisi olan İzmirli Aziz Polikarp ile arkadaşlığı vardı. Irenaeus’un tanıdıkları arasında elçisel vaazlara ve elçisel mucizelere tanıklık etmiş başka kişiler de vardı.[2]

Yunanca kökenli adı, İzmir Episkoposu ile yakın ilişkisi, Yunan edebiyatı, felsefesi ve şiirini iyi bilmesi, diyalektik yöntemlerine aşina olması, İrenaeus’un Yunan kökenli olduğunu düşündürmektedir (ancak hayatı ve eserleri üzerine çalışan bazı araştırmacılar onun Suriye kökenli olduğunu kabul etmektedir). Büyük olasılıkla Irenaeus’un küçük memleketi İzmir veya çevresindeki coğrafi bölgelerden biridir. Irenaeus’un içinde yetiştiği ruhsal iklim onun yetişmesinde çok olumlu bir etki yaratmıştır. İzmir kilisesi, yoksulluğuna rağmen (Va. 2:9), iyi organize olmuştu. Vaaz ve müjdeleme faaliyeti, Müjde’nin ruhuna ve Elçisel Geleneğe sıkı sıkıya bağlılıkla karakterize edilmiştir. İzmirli Aziz Polikarp’ın dini bütünlük ve saflık içinde koruma ve yayma konusundaki gayretli arzusu sonunda öğrencisi Irenaeus’a da geçmiştir.

Irenaeus’un İçindeki Müjdeleme Arzusu

Irenaeus’un hayatının hangi yılında ve hangi özel koşullar altında doğduğu toprakları terk edip Galya’ya (bugünkü Fransa toprakları) gittiğini tarih henüz bize bildirmiyor. Kesin olan tek bir şey vardır: Amacı oradaki insanlar arasında vaaz vermek ve imanı güçlendirmekti. İzmirli Polikarp’ın bu görevi için onu bizzat kutsadığına inanılır. Üstelik bu hiç de şaşırtıcı değildir. Ne de olsa İzmirli Hristiyanlar ile Galyalı Hristiyanlar arasında uzun yıllara dayanan bir dostluk vardı. O dönemde Lyon Kilisesi’nin başı Piskopos Pauphin’di. Rahip olarak atanan Irenaeus, onun emrinde pastoral hizmetin yükünü gayretle taşıdı, imanın saflığı için gayretli bir savaşçıydı, yönetici piskoposun yardımcısıydı.

Irenaeus’un görev yaptığı dönem, Kilise’ye karşı şiddetli zulümlerin yaşandığı, bu zulümlerin azaldığı ve daha sonra yeniden alevlendiği bir döneme denk geliyordu. Hristiyanlar soyuluyor, uydurma suçlar yüzünden cezalandırılıyor, malları mülkleri ellerinden alınıyor, dövülüyor, işkence görüyor, tecavüze uğruyor ve öldürülüyorlardı. Bu harici tehlikelere, sapkınlıkların ve şizmatik fikirlerin yayılmasıyla bağlantılı dahili tehlikeler de eklenmişti.[3] Bütün bunlar din adamlarının Tanrı’ya ve cemaate karşı özel bir sevgi, şevk ve sorumluluk duymasını gerektiriyordu. Lyonlu Hristiyanlar ve bunların arasında Piskopos Pauphin, Irenaeus’ta tam da böyle bir presbiter görüyorlardı. O dönemde Montanistler mezhebi büyük bir güç kazanmıştı. Bu mezhebin takipçileri lütuf armağanlarına sahip olma konusunda üstünlük iddia ediyorlardı. Montanistler Roma’ya ulaşıp Romalı Hristiyanlar arasında sapkınlıklarını yaymaya başladıklarında, tehlikenin farkında olan Roma piskoposu Eleutherius, bu sapkınlığın yandaşlarıyla dini ilişkilerini kestiğini duyurdu.

Lyonlu şehitler bu olaylara büyük ilgi göstererek Eleutherius’a bir mesaj gönderdiler ve mesajın iletilmesini, aynı mesajda hakkında birkaç satırdan bahsedilen presbiter Irenaeus’a emanet ettiler. Bu cümlelerde şehitler Irenaeus’a duydukları tam güveni dile getirerek onu kardeş ve yardımcı olarak nitelendirmişlerdir. Ayrıca, eğer presbiterlik makamı sadece doğrulukla belirlenseydi, Irenaeus’un aralarında birinci olacağına işaret etmişlerdir. Gönderilen mesaj olumlu bir rol oynadı. Roma Piskoposu Lyonlu imanlıların isteklerini dikkate aldı ve yoldan sapmış olanlara barışı sağladı.

Piskopos ve Apolojist Irenaeus

Doksan yaşındaki Piskopos Popinus’un 177 veya 178 yılında zindanda ölmesinin ardından, Aziz Irenaeus halkın desteğiyle onurlandırılarak Lyon’un piskoposluk makamına getirildi. Mevcut görevlerinden biri, son zulümden sonra Lyon Kilisesi’ni eski haline getirmekti. Bu hiç de basit bir görev değildi: Kilise’nin pek çok üyesi işkence görmüş ya da öldürülmüştü ve putperestlerin öfkesi hâlâ devam ediyordu. Piskopos Irenaeus imanı teşvik etmek için elinden gelen her şeyi yapmaktan geri durmadı. Kendisi yoğun bir şekilde vaaz verdi ve Galya’nın uzak bölgelerine, özellikle de Valencia ve Besançon’a vaaz vermeleri için rahipler gönderdi.

Yeni piskoposun bir diğer önemli çabası da Gnostisizm’e karşı verdiği mücadeleydi. Bu açıdan Aziz Irenaeus döneminin en seçkin kişisi olarak kabul edilir. Genel olarak, Gnostik sahte öğretiler saptırılmış Hristiyan fikirlerinin, pagan mitlerinin, felsefi öğretilerin ve kişisel hayal gücünün bir karışımıydı. Sonuç olarak, hepsi belirsizlik ve içerik karmaşası ile karakterize ediliyordu. Görüşlerin bununla bağlantılı belirsizliği gizem olarak ifade ediliyordu. Bazı mezheplerde gizem ya da mistisizm atmosferini arttırmak için sahte mucizeler de gerçekleştirilmiştir. Her bir Gnostik mezhebin takipçileri mükemmel olanın kendi “inançları” olduğuna inanıyordu. Bu durum genellikle dini açıdan cahil ve kibirli kişileri kendi saflarına çekiyordu.

Tüm bu durum Lyonlu Irenaeus’u rahatsız ve tedirgin ediyordu. Her fırsatta cemaatine Hristiyan dininden ve Kilise’ye itaatten sapma tehlikesini anlattı ve Gnostik öğretilerin saçmalığını ifşa etti. İmanın paklığını savunurken kendini piskoposluk alanıyla sınırlamadı. Örneğin, rahip Florinus’a bir mektup göndererek ondaki sapkınlıklara dikkat çekmiş ve Florinus bu uyarıları dikkate almayı reddedince, Irenaeus Roma Piskoposuna bir mektup yazarak ondan cevap vermesini, derhal harekete geçmesini ve sapkınlık yuvasını kökünden kurutmasını istemiştir.

Görev yaptığı birkaç yıl boyunca bir takım Gnostik akımları derinlemesine araştırmış, tanımlamış ve ifşa etmiştir. Daha sonra, yazıları Evrensel Kilise’nin mirası haline gelen tek bir eserde derlenmiştir. Lyonlu Irenaeus’un Gnostik fikirler alanında gösterdiği yönelim düzeyi bugün hâlâ övgüye değerdir. Bu eser artık okuyucu tarafından şu başlıkla bilinmektedir: Sahte Bilginin Reddi ve Tekzibi (veya Sapkınlıklara Karşı).

Dönemin Gnostik Felsefesi

Mesih’in ölüp dirilmesinden sonra revaçta olan sapkınlıklardan en bilineni Gnostisizm idi. Gnostisizm, çoğunlukla gizli bilgiye veya sırra dayanan bir inançtır. Bu inanca mensup kişiler, Tanrı’dan muhtelif bilgiler ya da vahiyler aldıklarını ve o vahiyler doğrultusunda yaşadıkları ileri sürerlerdi. Irenaeus’un yaşadığı dönemde de bu sapkınlıklar vardı ve iki kategoriye ayrılırdı.[4] Birincisi, İran gnostisizmi olarak bilinen Maniheizm idi. Gnostisizm gibi Maniheist sapkınlık da Zerdüşt dininin başlangıcı ile Hristiyanlık öğelerinin bir karışımıydı. Maniheizm inancının kurucusu olan Mani, İranlıydı ve onun, döneminin son peygamberi veya peygamberlerin mührü olduğuna inanılırdı.[5] Mani ayrıca, ışık ve karanlık olmak üzere iki farklı gücün var olduğu fikrini aktarmıştır. Tarih üç döneme ayrılır. Başlangıçta bu iki güç ayrıdır; daha sonra birbirlerinin içine geçerler ve son olarak üçüncü çağda yeniden ayrılırlar.[6] Bunun yanı sıra Mani, yeryüzünde iyi ve kötü olmak üzere iki gücün olduğunu ve ruhsal ya da manevi olanın iyi, maddi olanın ise kötü olduğunu savunuyordu. Maniheizm, Orta Doğu ve Kafkasya dini inancalarının karması olmasından olsa gerek, özellikle Mezopotamya bölgesinde çok rağbet gördü ve hızla yayıldı.[7] Gizemli cezbediciliği ve tebliğ hızından dolayı Maniheizm yayılmaya devam etse de İslamiyet’in ortaya çıkışı ve Romalıların yaptığı baskı yüzünden bu dinin mensupları fazlasıyla zulme maruz kalarak dünyanın dört bir yanına kaçmaya başladılar. En nihayetinde ise 14.yüzyıldan sonra Maniheistler, tarihin tozlu raflarında yerlerini almış bulunuyorlardı.

İkinci tür gnostik inancın adı bizzat Gnostisizm olarak bilinmektedir ve bu inanç, Maniheizm’in tersine batıda daha yaygın ve kalıcı olmuştur. Gnostisizmin Suriye türevi karmaşık göksel anlatılar içererek karmaşıklık açısından farklılık göstermiştir. Valentinus’un Gnostik uygulayıcılar arasında en etkili figür olarak ortaya çıkmasıyla Valentinyusçular bu ikinci biçimi örneklemektedir.[8] Suriye Gnostisizmi içinde ikili bir hikâye gelişmiştir. Birincisi, Pleroma’nın içinde Bilgelik ya da Sophia, bilinemez babanın bilgisini arıyordu – bu ulaşılamaz bir çabaydı. İkinci anlatı ise Pleroma’nın dışında, yaratılış sürecini, kötülüğün ortaya çıkışını ve dünyanın kurtuluşunu içeriyordu. Arzu tarafından yönlendirilen Achamoth, maddenin anası olarak görülmüş ve ona içkin kötülüğü aşılamıştır.[9] Öte yandan demiurge hem fiziksel evreni hem de insanlığın cismani yönünü şekillendirmekten sorumludur. Farklı Gnostik gruplar demiurge hakkında farklı ahlaki bakış açılarına sahiptir; maddi varoluşu özünde kötü niyetli olarak algılamaktan, onu yalnızca kusurlu olarak görmeye, iyiliğinin içerdiği pasif kurucu maddeye bağlı olduğunu düşünmeye kadar değişken biçimlerde yorumlayanlar da vardır.[10] Gnostik felsefenin içerisinde bunun gibi daha birçok kavram mevcuttur ve hatta grupların kendi aralarında muhtelif fikir ayrılıkları bile mevcuttur. Gnostikler arasındaki fikir ayrılıkları İsa konusunda daha da keskindir; Kimi Gnostik perspektifler İsa’yı gnosis vermek için dünyaya inen yüce varlığın vücut bulmuş hali olarak tasvir ederken, buna zıt görüşler yüce varlığın fiziksel bir biçime bürünmesi fikrini kesin bir dille reddetmektedir.[11] Bunların yanında, Sinop kilisesi önderi Marcion da yer almaktadır. Marcion, Gnostik akıma kapılmış ve İsa’yı gerçek Kurtarıcı olarak kabul etse de Eski Antlaşma Tanrısını çok mesafeli, dünyayı yaratmamış bir tanrı ve Mesih’ten daha aşağı seviyedeki bir varlık olarak tanımlamaktaydı.[12]

Sapkınlıklara Karşı

Kitabın orijinal ismi Ἔλεγχος καὶ ἀνατροπὴ τῆς ψευδωνύμου γνώσεως, (yani Sözde Gnosis’in Saptanması ve Yıkılması Üzerine) iken, Latince tercümede Adversus Haereses, yani Sapkınlıklara Karşı şeklinde yayınlanmıştır. Kitabın, muhtemelen ikinci yüzyılın sonlarına doğru yazıldığı düşünülmektedir.[13] Hatta bazı uzmanlara göre Nag Hamadi Kütüphanesi keşfesilmeden önce, Sapkınlıklara Karşı isimli eseri erken kilise dönemine ait en iyi korunmuş eser olarak bilinmekteydi.[14]

Kitabın amacı ve hedefi büyük ölçüde Gnostikler’dir.[15] Irenaeus, eseri boyunca sürekli Gnostik ve özellikle Valentinyusçu görüşünden olan Gnostikleri hedef alıp onların iddialarını çürütmeye çalışmaktadır.[16] Irenaeus’un argümanlarıyla hedef aldığı bir diğer isim de Marcion ve onun öğrencileridir. Marcion, bir Sinop’ta kilise hizmetkarı olmasına rağmen 145-150 yıllarında Suriye’ye gitmiş ve orada Gnostiklere katılmıştır.[17] Gnostiklerin etkisinde kalmış olan Marcion, Eski Antlaşma kitaplarının tümünü ve Pavlus’un mektupları haricinde Yeni Antlaşma kanonunda yer alan tüm kitapları reddetmiştir. Pavlus’u kabul etmesinin tek sebebi, onu Mesih’in gerçek elçisi olduğuna inandığından dolayıydı.[18] Dolayısıyla Irenaeus hem Gnostiklere hem de Gnostik öğretileri benimsemiş olan Marcion’a karşı da yazmıştır. Irenaeus, Gnostik tehlikenin boyutunu anladığı için kiliseyi o sapkın öğretiden korumaya niyetliydi. Bu sebeple, gece gündüz demeden Gnostisizmi okumuş, araştırmış ve en sonunda Sapkınlıklara Karşı eserini yazmıştır.

İreneus bu çalışmasında, arkadaşını Gnostiklerin iddialarını çürütme becerisiyle donatmak istiyordu. Görünüşe göre, bazı Grek tüccarlar Irenaeus’un piskoposluk bölgesinde özel bir bilgi olan gnosise ulaşmanın önemi hakkında konuşmaya başlamışlardı. Bir başka teoriye göre, Valentinyusçu Gnostikleri erken dönem Hristiyan kilisesinin bir parçası olarak kalmaya devam etmiş ve kilise öğretisinden kökten farklı görüşlerine rağmen olağan kilise etkinliklerine katılmışlardır. Gnostiklerin kendi ‘gizli bilinçlerini’ ve bu konudaki yazılarını tartışmak için kilise toplantıları dışında gizlice bir araya geldikleri de söylenmektedir. Bir piskopos olarak Irenaeus, Valentinyusçuları gözetim altında tutmayı ve Kilise’yi onların öğretilerinden korumayı bir vazife olarak görmüştür.[19]

Irenaeus’un eseri beş kitaptan oluşmaktadır. İlk kitap Gnostik mezheplerin ve öğretilerinin, özellikle de Valentinyusçuluğun bir tanımını içermektedir. Irenaeus sapkınlığın açık bir şekilde ortaya konulmasının aslında aynı zamanda onun çürütülmesi olduğunu düşünmüştür. Kalan dört kitap sapkın öğretileri birer birer daha ayrıntılı bir şekilde çürütmeye yöneliktir. Irenaeus, Gnostiklerin iddia ettiğinin aksine tek bir Tanrı olduğunu ve bu tek Tanrı’nın hem dünyayı yarattığını hem de oğlu Mesih’i insanlığın Kurtarıcısı olarak gönderdiğini vurgular.[20]

Irenaeus, beş kitaplan oluşan eserinin ilk kitabında çok genel bir biçimde Gnostik iddiaları ele alır. Her şeyden önce Gnostik terimleri irdeler ve gnostiklerin neyi nasıl tanımladıklarını dikkat çeker. Sonrasında ise çeşitli bölüm aralıklarıyla, gnostiklerin iddialarına cevap verip, onların hatalı tanımlarını düzeltir. Böylelikle okuyucu, Irenaeus’un özellikle üzerine yoğunlaştığı Valentinusçuların neye inandıklarını ve niçin hatalı olduklarını kolayca anlayabilir. Bunun yanı sıra birinci kitabın 23-31 bölümleri arasında, Irenaeus gnostiklerin alt dalları veya alt dallarını ele alır. Kilise babasının üzerine konuştuğu alt dallar şunlardır: Büyücü Simun ve Menander’in öğretileri ve uygulamaları, Saturninus ve Basilides’in öğretileri, Carpocrates’in öğretileri, Cerinthus, Ebionitler ve Nicolaitanes’in öğretileri, Cerdo ve Marcion’un öğretileri, Tatian’ın, Encratitlerin ve diğerlerinin öğretileri, diğer çeşitli Gnostik mezheplerin ve özellikle Barbeliotların ya da Borborianların öğretileri, Ophitlerin ve Sethianların öğretileri, Cainitlerin öğretileri.

İkinci Kitap, sapkınlıkları çürütmeye başlar. Irenaeus her şeyden önce Gnostiklerin iki tanrı öğretisine, yüce Tanrı ve cahil yaratıcı tanrı (demiurge) öğretisine ve dünyanın yaratılışıyla ilgili diğer Gnostik öğretilerine hücum eder. Irenaeus, Kilise’nin inancına göre tek bir Tanrı olduğunu vurgular. Bu tek Tanrı, Sözü aracılığıyla tüm dünyanın yaratıcısıdır ve dünya melekler ya da diğer varlıklar tarafından yüce Tanrı’nın iradesine aykırı olarak veya tesadüfen yaratılmamıştır. Yaratılış, zaten var olan bir şeyin değiştirilmesiyle değil, yoktan var edilmiştir. Irenaeus’a göre, Valentinus ve öğrencilerinin fikirleri, sadece çeşitli ilahi güçlerin isimlerinin değiştirildiği pagan düşüncesine dayanıyordu.[21]

Üçüncü Kitapta Irenaeus, öncelikle Elçilerin öğretisine değinerek hakikati savunmaya çalışır ve böylelikle hem Kutsal Yazıların güvenilirliğini hem de bir yandan da kendi güvenilirliğini göstermiş olur. Elçi Yuhanna’nın öğrencileriyle arkadaş olan Irenaeus, öğretisini nereden kaynaklandığı belli olmayan deneyimlerle değil, Müjdenin güvenilir tanıklardan almıştır. Bunun yanı sıra yine Üçüncü Kitapta, Irenaeus görüşünü dört İncil’e dayandırır ve ne eksik ne de fazla olmak üzere yalnızca dört İncil olduğunu vurgular. Irenaeus daha sonra Pavlus’un gerçeği bilen tek elçi olduğu görüşünü çürütmeye çalışır.[22] Bununla birlikte, Pavlus’un yetkisini küçümseyen Ebionitlerin görüşünü de eleştirir. Irenaeus ayrıca İsa ve Mesih’in bir ve aynı olduğunu; Tanrı’nın Oğlu’nun görünürde değil ama gerçekten insan olduğunu; İsa Mesih’in bu nedenle Tanrı olduğunu ve bunun elçisel öğreti olduğunu belirtir. Irenaeus ayrıca İsa’nın bir bakireden doğduğunu ve böylece gerçekten beden aldığını kanıtlamaya çalışır.[23]

Dördüncü Kitap, İsa’nın öğretilerine dayanan sapkınlıkları çürütmeye devam eder. İsa’nın öğretisi tek bir Tanrı ve Baba hakkındaydı. Musa’nın ve diğer peygamberlerin sözlerinde de bu zaten açıkça görülmektedir ki bunlar Mesih’in kendi sözleridir. Yer ve gökler yok olacağı için Tanrı da yok olmayacaktır, Yeruşalim’in yıkılmasıyla Tanrı’nın tanrısallığı da azalmayacaktır, çünkü bu Tanrı’nın kendi iradesidir. Bu tek Tanrı hem Eski hem de Yeni Antlaşma’nın arkasındadır. Irenaeus, peygamberlerin bu aynı Tanrı’dan bahsettiklerine ve onu tanıdıklarına ve Oğul’un gelişini önceden bildirdiklerine işaret eder.[24] Ayrıca, Irenaeus bize Tanrı’nın görünmez ve anlaşılmaz olmasına rağmen bilinmez olmadığını hatırlatır. İşleri onu ilan eder ve Kelamı onun birçok şekilde görülebileceğini ve bilinebileceğini göstermiştir. Mesih tüm zamanların tüm insanları için gelmiştir. Yahudi olmayanların imana gelmesi Yahudilerinkinden daha zordu ve bu nedenle elçilerin işi daha da önemliydi. Eski Antlaşma’nın peygamberleri Mesih’le aynı Tanrı’yı tebliğ etmişlerdir ve bu nedenle onların farklı tanrılar olduğunu düşünmemeliyiz; bunun yerine, bu Tanrı’nın bizi Eski Antlaşma halkından daha şiddetli bir şekilde cezalandırmamasından endişe etmeliyiz. Irenaeus, sapkınların peygamberlerin kehanetlerinin bir kısmını yüce Tanrı’dan, bir kısmını da yarı tanrıdan aldıkları görüşünü reddeder. Peygamberler Mesih’i gönderen aynı Tanrı tarafından gönderilmişlerdir.[25] Bunun yanı sıra Irenaeus, insanların bazılarının doğuştan iyi ve bazılarının doğuştan kötü olduklarına ilişkin görüşü reddederek, sorumluluğu yine insana verir. Böylelikle gerekli uyarıyı yaptıktan sonra onlara gelmekte olan Yargı Gününü de anımsatır.[26]

Sapkınlıklara Karşı eserinin son kitabı olan Beşinci Kitap, sapkınlıkların çürütülmesine devam ederek, özellikle Gnostikler tarafından reddedilen bir öğreti olan bedensel dirilişi ele alır. Irenaeus, yalnızca Mesih’in bize ilahi şeyleri öğretip bizi kurtarabileceğini söyleyerek başlar. O sadece görünüşte değil, Kutsal Ruh’un etkisiyle gerçek anlamda Bakire Meryem’de beden almıştır. Tanrı’nın yüceliği insan bedeninin zayıflığında görülecektir, çünkü bedenlerimizi dirilişin ve ölümsüzlüğün paydaşı yapar. İlyas, Hanok, Yunus ve diğer peygamberlerin örnekleri, Tanrı’nın bedenlerimizi dönüştürüp koruyabildiğini ve onları sonsuz yaşama kavuşturabildiğini göstermektedir.[27] Ayrıca, İrenaeus’un cevaben yazdığı husus Tanrı’nın hem ruh hem de beden olmak üzere tüm insan tabiatını kurtardığıdır. Mesih nasıl ölümden dirildiyse, biz de öyle dirileceğiz. Sapkınların öğrettiği gibi bu sadece ruhsal bir diriliş değildir. Irenaeus ayrıca insanın ruhsallığı ve cismaniliği ile yaşam ve ölüm arasındaki farkla da ilgilenir. Bedenlerimizi yaratan aynı Tanrı bizi (bedensel olarak) diriltecektir. Böylece yaşama bedensel olarak döneceğiz.[28] Ardından Irenaeus, Baba’nın Oğlu’nu Şeytan tarafından denenmek, ama vaatleri yerine getirmek ve zafere ulaşmak için bir insan olarak göndermesinin uygun olduğunu söyler. Öte yandan yalanlar ve sapkınlıklar Şeytan’dan gelir ve Gnostikler de onun araçlarıdır. Irenaeus ayrıca Mesih-Karşıtı’nın gelişini ve o dönemde gerçekleşecek olan genel irtidat ve dünyanın sonunu ele alır ve yine bize Son Yargı’yı hatırlatır.[29]

Irenaeus’un Apolojetik Metodolojisi

Irenaeus, kendisini Hristiyan inancını savunmaya adamış bir Kilise Babası olarak, dönemin en yaygın sapkınlıklarından biri olan Gnostisizme cevap vermek niyetindeydi. Irenaeus’un yazdıkları, çok sayıda kinaye içermekte ve muhtemelen mevzudan bihaber olan bir kişi için son derece ukalaca yazılmış görünebilir. Antik Hristiyanlık döneminde, Irenaeus’un Gnostiklere karşı takındığı alaycı yaklaşım, birçok sebepten kaynaklanmaktadır. Irenaeus, Gnostiklerin öne sürdüğü iddiaları, onların kendi içinde çelişkili bulmuş, Kutsal Yazılara dayandırılan söylemlerinin ise temelsiz olduğunu savunmuş ve bu grupların çeşitli görümler ve sözde peygamberliklere dayandırdığı inançları eleştirmiştir.

Irenaeus, Gnostiklerin ileri sürdüğü öğretilerin içsel çelişkilere sahip olduğunu vurgular. Gnostikler, evrenin kötü bir tanrı tarafından yaratıldığına inanırken, aynı zamanda ruhunun bu kötü dünyadan kurtulması gerektiğini savunmuşlardır. Irenaeus, bu tür çelişkili iddiaların, Gnostik öğretilerin tutarlı bir temele dayanmadığını gösterdiğini ileri sürer. Bunun yanı sıra Irenaeus, Gnostiklerin Kutsal Yazılara referans vererek öğretilerini destekledikleri ancak bu iddialarının herhangi bir sağlam temele dayanmadığına dikkat çeker. Ona göre, Gnostikler, Kutsal Yazıları kendi çıkarları doğrultusunda yorumlarlar ve bu yolla dogmatik bir temele sahip olmadan dini öğretilerini inşa ederler. Dahası Irenaeus, Gnostiklerin çeşitli görümler, sesler ve sözde peygamberliklere dayandırdıkları inançlarını eleştirir. Bu tür deneyimlere dayanan öğretilerin, sağlam bir teolojik temele oturmadığını ve dolayısıyla güvenilir olmadığını savunur. Ona göre, Gnostiklerin bu tür deneyimlere dayanarak ortaya koydukları öğretiler, Hristiyan inancının ana hatlarıyla uyuşmamaktadır.

Hal böyleyken, Irenaeus’un apolojetik yöntemi sistematik bir şekilde ilerler. Öncelikle Irenaeus, karşıt fikri tanımlar. Tanımları yaparken, özellikle göze çarpan şey o konu hakkında hızlıca yargıda bulunmaması, tersine, tüm çıplaklığıyla, sanki o görüşü savunan bir sapkının ağzından konuşuyormuş gibi adilce o fikri sunmasıdır. Fikirler sunulduktan ve tanımlar yapıldıktan sonra Irenaeus, doğrulardan söz etmeye başlar. Hakikat bilgisinin savunmasını yaparken Irenaeus, temel olarak Kutsal Yazıları alarak, sapkınların hangi öğretilerinin doğru ve hangi öğretilerinin yanlış olduğunu anlatır. Bunu yaparken, kimi zaman yine Kutsal Yazılara dayalı geleneklere atıfta bulunur. Irenaeus’un kendine özgü yazım tarzına bakıldığında, alaycı ve kinayeli ifadeleri de göze çarpmaktadır. O, sapkınların karmaşık ve temelsiz fikirlerinin mantıksal sonucuyla dalga geçerek şöyle der:

“Sistemlerinin geliştirilmesine yönelik birkaç ipucuyla katkıda bulunmaya kendimi biraz hevesli hissediyorum. Zira suların çeşmeler, nehirler, yağmurlar ve benzerleri gibi kısmen tatlı ve denizdekiler gibi kısmen tuzlu olduğunu gördüğümde, kendi kendime bu tür suların hepsinin onun gözyaşlarından türemiş olamayacağını, çünkü bunların yalnızca tuz niteliğinde olduğunu düşünürüm. Bu nedenle, tuzlu olan suların yalnızca onun gözyaşlarından elde edilenler olduğu açıktır. Tüm gözyaşlarının aynı nitelikte olduğunu bildiğimize göre hem tuzlu hem de tatlı suların onlardan kaynaklandığına inanmak güçtür. Daha akla yatkın olan varsayım, bazılarının kadının gözyaşlarından, bazılarının da terinden kaynaklandığıdır.”[30]

Irenaeus’un kinayeli savunmasının hemen ardından doğruları tekrar Kutsal Yazılar temelinde bir kez daha vurgulaması, hakikatin mührünün tüm yalanları yok edecek şekilde hüküm vermesiyle benzetilebilir. Irenaeus’un kendine has apolojetik yöntemi 21.yüzyılın apolojistleriyle karşılaştırmak pek doğru olmaz. Klasik, kanıtlar ve varsayımsal apolojetik disiplinleri ele alındığında, Irenaeus’un daha çok varsayımsal apolojetik yöntemine daha yakın olduğu söylenebilir. Kuşkusuz, Cornelius Van Til ve Greg Bahnsen gibi isimlerin yaptıkları felsefe ve akıl yürütme yöntemi Irenaeus’ta yok; ancak dönemin şartlarında ve imkanlarında apolojetiği Irenaeus’tan daha iyi yapan hiç kimse de bulunmamıştır.

Irenaeus’un varsayımsal apolojetiğe olan yakınlığı birkaç fikir ortaya atılarak savunulabilir. Birincisi ve belki de en önemlisi, bu kilise babasının, hiçbir zaman hiçbir sapkınla ortak zemin oluşturmaya çalışmadığı gerçeğidir. Irenaeus, sapkınların yaptıkları tanımları alıp, o tanımlar üzerinden konuyu Mesih’e çekmemiştir. Irenaeus, hiçbir zaman sapkınların düalist görüşlerini alıp, felsefi tartışma sonucunda Kutsal Kitap’ın haklı olabileceği ihtimalini de savunmamıştır. Tersine, Irenaeus, hakikatin temelinin Tanrı’nın Sözü olduğunu söyleyerek, Gnostiklerin ve Marcionistlerin yaptıkları her türlü tanımı ve fikri kökten reddederek, hakikati tertemiz bir sayfada açıklamıştır. Bu yöntem ne klasik apolojetiğin ne de kanıtsal apolojetiğin yöntemidir. Zira klasik apolojetik adı verilen yöntem, karşıt görüşteki insanlarla ortak zeminde buluşup, onları Mesih’e çekmeye çalışır. Ancak “Benden yana olmayan bana karşıdır. Benimle birlikte toplamayan dağıtıyor demektir” (Mat. 12:30) ilkesi ele alındığında, nötr veya objektif zemin diye bir şey olmadığı barizdir. Dolayısıyla karşıt görüşteki kişi Mesih dışında herhangi bir fikir ortaya atarsa, ister istemez Mesih-karşıtı görüşü savunmuş olur ve şayet apolojist de bunu yapmaya çalışır ve sözde ortak zeminde tartışmayı devam ettirmek isterse, tabiri caizse, deplasmanda oynamış olur. Temeli Mesih olmayan bir zeminde, Mesih savunulamaz. Görülen de o ki Irenaeus deplasmanda değil, kendi sahasında sapkınları alt etmiştir.

Irenaeus’un apolojetik yöntemine uymayan bir başka yöntem kanıtsal apolojetiktir. Kanıtsal apolojetik, Kutsal Kitap’ta yer alan olayları, tarihe veya kimi zaman deneysel bilimin verilerine dayanarak, Hristiyanlık inancını savunmaktadır. Örneğin, İsa’nın ölümden dirilişi büyük ve eşsiz bir olaydı. Kanıtsal apolojetik yöntemi, bu olağanüstü olayı tarihsel kayıtlardan ve arkeolojiden yararlanarak kanıtlama peşindedir ki, böylece Mesih’in Tanrılığı veya Kutsal Kitap’ın gerçekliği sergilenebilsin. Fakat Irenaeus’un yazılarında böyle bir yönteme rastlamak mümkün değildir. Irenaeus, Gnostiklerin hatalı, Kutsal Yazıların ise hakikat olduğunu varsayarak hareket edip, hiçbir şekilde onlarla ne ortak zeminde ne de Kutsal Yazıların dışında bir alanda tartışmaz. Hakikat mutlaktır ve o da Kutsal Kitap’tır.

Sonuç

Sonuç olarak, Irenaeus’u, başyapıtı “Sapkınlıklara Karşı”yı ve apolojetik yöntemini incelemek, zamanının çeşitli sapkınlıklarının ortaya çıkardığı zorluklara karşı ortodoks Hristiyan inançlarını savunmaya yönelik derin bir bağlılığı ortaya koymaktadır. Irenaeus, elçisel mirasın önemini ve Kilise’nin birliğini savunan, dinin sadık bir savunucusu olarak ortaya çıkmaktadır. Onun apolojetik yaklaşımı kutsal metinlerin yorumunu, teolojik akıl yürütmeyi ve imanlıların ruhsal refahı için pastoral bir kaygıyı bir araya getirir. Irenaeus “Sapkınlıklara Karşı” isimli eseri aracılığıyla yalnızca belirli sapkın öğretilerle uğraşmakla kalmaz, aynı zamanda Eski ve Yeni Antlaşma’nın uyumunu vurgulayan sistematik bir ilahiyatın altyapısını da hazırlar. Piskoposlar aracılığıyla aktarılan elçisel mirasın yetkisi konusundaki ısrarı, Mesih’in gerçek öğretilerinin korunmasında sürekliliğin önemini vurgular.

Dahası, Irenaeus’un Kutsal Yazılar’ı kapsamlı bir şekilde anlama, imanın temel kurallarına odaklanma ve Kilise’nin birliğini koruma taahhüdüyle karakterize edilen apolojetik yöntemi, çağdaş Hristiyan apolojetiği için değerli bir şablon görevi görmektedir. Irenaeus’un eserinden çıkarılan dersler tarihsel bağlamın ötesine uzanarak farklı çağlarda Hristiyan inancına yönelik meydan okumaları ele almak için içgörüler sağlamaktadır.

Esasen, Irenaeus’un mirası yalnızca sapkınlıklara karşı savunmasında değil, aynı zamanda apolojetik yönteminde gömülü olan kalıcı ilkelerde de yatmaktadır. Kilise teolojik tartışmalar ve farklı yorumlarla boğuşmaya devam ederken, Irenaeus’un imanın birliğine, elçisel mirasa bağlılığına ve Kutsal Yazılar’la titiz bir şekilde ilgilenmesine yaptığı vurgu, Hristiyan inancını savunmak ve ifade etmekle uğraşan çağdaş Hristiyanlar için uygun ve ilham verici bir rehber olmaya devam etmektedir.

[1] Wingren, G. “St. Irenaeus.” Encyclopedia Britannica, October 3, 2023. https://www.britannica.com/biography/Irenaeus.

[2] Poncelet, Albert (1910). “St. Irenaeus”. In Herbermann, Charles (ed.). Catholic Encyclopedia. Vol. 8. New York: Robert Appleton Company.

[3] William Edgar and K. Scott Oliphint, eds., Christian Apologetics Past and Present: A Primary Source Reader, to 1500, vol. 1 (Wheaton, IL: Crossway, 2009), 83.

[4] William Edgar and K. Scott Oliphint, eds., Christian Apologetics Past and Present: A Primary Source Reader, to 1500, vol. 1 (Wheaton, IL: Crossway, 2009), 84–85.

[5]  al-Birûni, Muhammed bin Ahmed; Eduard Sachau ed.; The Chronology of Ancient Nations; s. 190; W. H. Allen & Co.; Londra: 1879

[6] Edgar, 84.

[7] Jason BeDuhn; Paul Allan Mirecki (2007). Frontiers of Faith: The Christian Encounter With Manichaeism in the Acts of Archelaus. BRILL. p. 6.

[8] Edgar, 84.

[9] A.g.e. 85.

[10] Bianchi, Ugo “Demiurge.” Encyclopedia of Religion. Encyclopedia.com. (November 15, 2023). https://www.encyclopedia.com/environment/encyclopedias-almanacs-transcripts-and-maps/demiurge

[11] Roukema, Riemer (2010). “Jesus′ Origin and Identity – Theodotus [of Byzantium]”. Jesus, Gnosis and Dogma. Bloomsbury Publishing. p. 53.

[12] Edgar, 86.

[13] Dillon, John J.: Introduction. Teoksessa St. Irenaeus of Lyons: Against the Heresies, s. 1–18. Volume 1. Ancient Christian writers: the works of the Fathers. The Newman Press, 1992.

[14] Davis, Glenn (2008). “Irenaeus of Lyons”. The Development of the Canon of the New Testament. Retrieved 4 March 2009.

[15] Donovan, Mary Ann (1998). “Irenaeus of Lyons (review)”. Journal of Early Christian Studies. 6 (4): 674–675. doi:10.1353/earl.1998.0062

[16] Edgar, 86.

[17] Philip Schaff: History of the Christian Church, Volume II: Ante-Nicene Christianity. A.D. 100-325 – Christian Classics Ethereal Library. Accessed December 2, 2023. https://www.ccel.org/ccel/schaff/hcc2.v.xiii.xvi.html.

[18] Dunn, James D. G. (2016). “”The Apostle of the Heretics”: Paul, Valentinus, and Marcion”. In Porter, Stanley E.; Yoon, David (eds.). Paul and Gnosis. Pauline Studies. Vol. 9. Leiden and Boston: Brill Publishers. pp. 105–118.

[19] Vallée, Gérard: A study in anti-Gnostic polemics: Irenaeus, Hippolytus, and Epiphanius, s. 9-12. Waterloo, Ontario: Wilfrid Laurier University Press, 1981.

[20] Dillon, John J.: Introduction. Teoksessa St. Irenaeus of Lyons: Against the Heresies, p. 1–18. Volume 1. Ancient Christian writers: the works of the Fathers. The Newman Press, 1992.

[21] St. Irenaeus, Against Heresies. Translated by Alexander Roberts and William Rambaut. From Ante-Nicene Fathers, Vol. 1. Edited by Alexander Roberts, James Donaldson, and A. Cleveland Coxe. (Buffalo, NY: Christian Literature Publishing Co., 1885.) Revised and edited for New Advent by Kevin Knight. <http://www.newadvent.org/fathers/0103.htm>.

[22] A.g.e., III. 1-15.

[23] A.g.e. III. 13-22.

[24] A.g.e. IV. 1-12.

[25] A.g.e. IV. 19-36.

[26] A.g.e. IV. 37-41.

[27] A.g.e. V. 1-6.

[28] A.g.e. V. 7-20.

[29] A.g.e. V. 21-30.

[30] A.g.e. I. 4.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu