Apolojetikİlahiyat

Bir Apolojist Olarak Martin Luther

Toğrul Salamzade

Giriş

Martin Luther, 10 Kasım 1483 yılında Yukarı Saksonya’nın Eisleben şehrinde doğdu. Luther’in babasının kiralamakta olduğu bir bakır madeni vardı ve o dönemin şartlarıyla mukayese edildiğinde, yoksul denemeyecek bir gelire sahiplerdi.[1] Luther büyüdükçe, babası, imkanları dahilinde onu en iyi okullarda okutup, en kaliteli eğitimi vermeye çalıştı. Luther 17 yaşındayken, daha sonra birahane ve genelev olarak adlandıracağı Erfurt Üniversitesine dahil oldu ve lisans eğitimini tamamladıktan sonra yüksek lisans yapmaya başladı. Babasının isteği, onun hukuk okuması olsa da Luther, yaşamış olduğu olağanüstü bir deneyimle rahip olmaya karar verdi.

Luther’in yaşamış olduğu bu deneyim onun hayatını derinden etkiledi. Rahip olmaya karar verince babası ona çok öfkelendi, ancak Luther kararında kesindi. Sıradan bir keşiş olarak yeni yaşamına başlamış olan Luther, ilahi yargının pekâlâ farkındaydı. İlahi yargının büyüklüğü Luther’i derin bir bunalıma sokmuştu. Günahlı düşünceler ve Tanrı’yı öfkelendirme korkusu sürekli olarak aklını meşgul ediyordu. Ne var ki bir süre sonra ilahiyat okumak üzere gönderildikten sonra Luther İncil’i daha iyi bir şekilde irdelemeye başladı. Kurtuluşun yalnızca imanla olduğunu ve iyi işlerin, imanın meyveleri olduğunu kavradı. Zaman geçtikçe Luther bu Müjdeyi, kilisede bir rahip olarak, vaazlarda da duyurmaya başladı. Ancak tarih 31 Ekim 1517 olduğunda, büyük olaylar başlayıverdi. Luther, Protestan Reformasyonunun öncüsü olarak Katolik kiliseye baş kaldırdı ve kilisedeki Kutsal Kitap dışı uygulamaları protesto etti.

Aslında asıl hikâye bundan sonra başlıyor. Luther, tek bir kişi olarak, koca imparatorluğa kafa tuttu. Bu büyük olayların iki boyutu var: birincisi halka yansıyan kısmı, ikincisi ise akademik. Halka yansıyan kısmı, siyaseti de içeriyor. Roma büyük sıkıntılar içerisindeyken, Osmanlı İmparatorluğu Vinaya’yı kuşatma planları yaparken, halk Luther’in protestosuna katılmıştı. Halkın katılımı beraberinde katliamı da getirdi. İnsanlar uzun süredir devam eden ezilmişliğin ve kandırılmışlığın intikamını kilise binalarından ve rahiplerden alıyordu. Bu durum kuşkusuz siyasi çalkantıya da yol açtı ve Almanya adeta bir iç savaş yaşadı.

Burada ele alacağımız mesele ise tamamen akademik kısmı. Luther’i ve Reformasyonu akademik açıdan ele alınmasının sebebi, Martin Luther’in inanç savunucusu olarak hangi yöntemi izlediği, nasıl düşüncelere sahip olduğu ve epistemolojik kaynağını ele almaktır.

Luther’in Görüşleri

Luther, Reformdan önce de sonra da yazılar ve kitaplar yazmaya devam etti. Reformasyon sonrası eserlerinde Luther’in yazılarındaki sert üslup dikkat çekmektedir. Luther ilahi gerçeği görmüş, ancak insanların bunu anlayamayışını kabullenemiyordu. Dolayısıyla kendisini sert bir şekilde ifade ederek, aslında karşısındaki okuyucuya hem kızıyor hem de yakarıyordu.

Luther yoğun bir tartışma adamı değildi ve ömrü tartışmayla geçmedi. Leipzig tartışması haricinde yüz yüze yaptığı münazara çok azdır. Luther daha çok odasına geçip iddialara cevap yazmakla meşguldü. Aslında Luther’in psikolojisini anlamak için Reformasyonu ve Reformasyona sebebiyet veren tarihsel ve de teolojik hadiseleri bilmek gereklidir.

Luther Katolik Kilisesinin teolojik baskıyla başa çıkmaya çalışıyordu. Yaşadığı bunalım büyüktü ve psikolojik olarak ciddi depresyon ve anksiyete ile mücadele ediyordu. Durum böyle olunca Tanrı, kurtuluş, günah ve imanla ilgili düşünceleri de sürekli meşguldü. Ancak Tanrı’nın yardımıyla Kutsal Yazıları keşfetmeye başlayınca fikirleri değişmeye başladı. Luther, Katolik meslektaşlarına meydan okuyan birçok eser yazdı. Bu eserler, fazla akademik değil, ancak daha çok meydan okuyan türdendi. Luther hararetli bir tartışmacı olsa da skolastik eğitim almasına rağmen tartışmaları skolastik usule uygun, fakat sükûnet bakımından tamamen fevriydi. Fevri olması, kimi zaman onun dezavantajına olmuşsa da (Zwingli ile yaşanan olay), genellikle taraftarlarından beğeni almasını sağlamıştı.

Reformasyon sonrası Luther, yavaş yavaş teolojik ve hatta pratik uygulamalarını değiştirmeye başlıyordu. Roma Katolik Kilisesinde öğrenmiş olduğu Aristocu ve skolastik felsefeye karşı çıkan Luther kısmen kendi teolojik çizgisini çekmeye çalışsa da bu hususta pek de başarılı olamamıştır. Luther’in felsefe ve akıl eleştirisi öncelikle Aristoteles’e ve Aristocu geleneğe yöneliktir. Luther’in Aristoteles’in fikirlerinden uzaklaşması, düşüncesinin felsefi açıdan en ayırt edici ve ilgi çekici yönlerinden biridir. Ancak tıpkı Luther’in akıl eleştirisinde olduğu gibi, Skolastik İlahiyata Karşı Münazara eserinde “karanlık aydınlık için neyse Aristoteles de ilahiyat için odur” şeklindeki iddiası gibi iyi bilinen bazı menfi görüşleri de daha müspet yargılarının yanında ve uygun bağlamda değerlendirilmelidir.[2] Söz konusu bağlamı anlamak, Aristoteles’in eserinin kendi çatısı altında ve skolastik gelenek içerisindeki Hristiyan düşüncesi bağlamında nasıl algılandığını ve yorumlandığını incelemeyi gerektirir. Luther’i bu tartışmaların içine konumlandırmak oldukça karmaşık bir uğraştır. Luther, Aristoteles’in insan erdeminin ve ahlaki karakterinin önemini vurgulayan etik çerçevesinden uzak durmuştur. Bunların yerine, insanın asli günahtan kaynaklanan doğuştan gelen ahlaksızlığının altını çizmiş ve doğruluğun ancak Mesih’e iman yoluyla ve Tanrı’nın lütfuyla elde edilebileceğini savunmuştur. Ancak Luther Aristoteles’i eleştirirken, Aristocu düşüncenin bazı unsurları onun teolojik yazılarında varlığını sürdürmüştür. Fikirlerini aktarmak için ara sıra Aristocu felsefenin kategorilerini ve terminolojisini kullanmış olsa da bunların anlamları genellikle gözden geçirilmiş ve yeniden yorumlanmıştır. Örneğin Luther, “töz” ve “araz” gibi Aristocu kavramları zaman zaman yazılarına dâhil etmiştir. Bir başka örnek de şu ki, her ne kadar Katolik yorumuna temelde katılmasa ve kendi teolojik bakış açısıyla uyumlu olacak şekilde yeniden tanımlasa da özden-dönüşüm (Lat. transubstantia) ile ilgili olarak Rabbin Sofrası’nın “tözünü” incelemiştir. Ayrıca Luther yazılarında, kökeni Aristoteles felsefesine dayanan bir kavram olan “ruh” terimini kullanmıştır. Bununla birlikte, ruhun doğasını ve kurtuluşla ilişkisini yeniden tanımlamış, bir ruhun kurtuluşunda imanın ve Tanrı’nın lütfunun önemini vurgulamıştır. Ayrıca Luther’in yazıları zaman zaman köklerini Aristoteles felsefesinde bulan teleoloji kavramına da değiniyordu. Ancak Luther bu kavramı Tanrı’nın takdiri ve ilahi amaç çerçevesine uydurarak insan eylemlerinin Tanrı’nın iradesiyle uyumlu olmasının önemini vurgulamıştır. Dolayısıyla Luther skolastik ilahiyattan uzak durmaya çalışsa da Aristocu öğretilerden uzaklaşamamıştır.

Luther teolojik olarak da Aquinalı Thomas’a karşıydı ve onu sapkın olarak adlandırmaktan çekinmemişti.[3]  Gerçekte Luther’in Thomas’a muhalefeti Aquinas’ın büyük ölçüde Aristocu felsefeden etkilenmiş olmasıydı. Luther’e göre Thomas ilahiyattan çok felsefeyle ilgileniyordu ve bu da Luther’e göre son derece sorunlu bir düşünce tarzı ve bakış açısıydı. Örneğin Luther, ilahi vahyin ve teolojik yargı gücünün en önemli kaynağı olarak Kutsal Yazıların üstünlüğünü (sola scriptura) ileri sürmüştür. Bununla birlikte, Hristiyan inanç ve uygulamalarının yalnızca Kutsal Yazılar tarafından yönlendirilmesi gerektiğini iddia etmiştir. Buna karşılık Aquinas, Kutsal Yazıların yetkisini kabul etmekle birlikte, aklın ve felsefenin ilahi hakikatleri kavramak için tamamlayıcı araçlar olarak hizmet edebileceğini de savunmuştur. Aquinas, Aristoteles’inkiler de dahil olmak üzere felsefi kavramları kendi teolojik yapısına entegre etmiştir. Bu, diğer şeylerin yanı sıra Luther ve Thomas arasındaki uçurumlardan biriydi.

Luther’in Münazaraları

Martin Luther bir ilahiyatçı olmasına rağmen, usta bir tartışmacı değildi. Reform fitilini ateşleyen kişi olduğu için kaçınılmaz olarak bazı tartışmalarda da yer aldı.

Leipzig Münazarası (1519)

Luther 1519’da Leipzig’de Katolik ilahiyatçı Johannes Eck’e karşı halka açık bir tartışmaya katıldı. Bu tartışma, Papanın yetkisi ve Kutsal Kitap’ın tefsiri gibi konular da dahil olmak üzere bir dizi teolojik meseleyi kapsıyordu.[4]

Aforoz ve Worms Diyeti (1521)

Martin Luther, 1521 yılında Kutsal Roma İmparatoru V. Şarl tarafından Worms Diyeti’ne çağrıldı. Luther bu toplantıda öğretilerini geri çekmesi için baskı gördü, ancak meydan okurcasına “Burada duruyorum, başka bir şey yapamam” dedi. Onun bu cesur duruşu Katolik Kilisesi’nden kovulmasıyla sonuçlandı.[5]

Marburg Kolokyumu (1529)

1529 yılında Luther ve İsviçreli Reformcu Ulrich Zwingli Marburg’da teolojik bir münazaraya giriştiler. Temel anlaşmazlıkları Rabbin Sofrası’nın nasıl anlaşılması gerektiği etrafında dönüyordu; Luther Mesih’in mevcudiyetinin daha gerçekçi bir yorumunu desteklerken, Zwingli sembolik bir görüşü savunuyordu. Ne yazık ki tartışma bir çözüme ulaşmadan sona erdi.[6]

Augsburg İman Açıklaması (1530)

Luther, Luteryen inancının temel metinlerinden biri olan Augsburg İman Açıklaması’nın şekillendirilmesinde çok önemli bir rol oynamıştır. Bu vesika 1530 yılında Augsburg Diyeti sırasında Kutsal Roma İmparatoru’na sunulmuş ve Luteryen reformcuların teolojik duruşlarını ifade etmiştir.

Yasa-Karşıtlığı Tartışması (1536)

1536 yılında Luther kendisini Johannes Agricola ile yasanın (“nomos”) bir Hristiyan’ın yaşamındaki rolüne ilişkin bir tartışmanın içinde buldu. Luther Yasa ve Müjde arasında net bir ayrım yapılmasını savunurken, Agricola’nın görüşleri antinomik, yani yasaya karşıt olarak algılanmıştır. Şöyle ki Agricola, yasanın Hristiyan olmayanlar için geçerli olduğunu savunurken, Hristiyan olanların yasadan tamamen özgür olduğu ileri sürüyordu.[7]

Bir Apolojist Olarak Luther

Orta Çağ’ın güçlü felsefesi ve skolastik ilahiyatı Reformasyon duvarına toslamıştı. Bazen Arap ve Fars coğrafyasından beslenen skolastik felsefe, Reformcular ve özellikle de Luther tarafından reddedilmiştir. Thomist doğal apolojetik, insan aklına değil, Kutsal Kitap’ta açıklanan ilahi yetkiye odaklanan Reform ilahiyatının ciddi bir meydan okumasıyla karşı karşıya kalmıştı. Reformcuların hiçbiri Kutsal Yazıların yetkisinin her açıdan üstünlüğünü Luther kadar kesin bir şekilde vurgulamamıştır. Aquinas orta çağ rasyonalizminin savunucusu olarak dururken, Luther Reform’un temel ilkesi olan Kutsal Yazıların üstün yetkisinin koruyucusu olarak ortaya çıkmıştır.

Luther ile diğer Katolik filozoflar ya da apolojistler arasındaki en önemli fark, Luther’in epistemolojiyi bizzat Kutsal Yazılardan almasıydı. Bir anlamda Luther insan aklı ve bilgeliğinden ziyade ilahi bilgeliğe başvurmayı tercih etmiştir. Lutherci reformasyonun temel ilkelerinin savunmasını Kutsal Kitap’ın açık öğretilerinde bulduğu fikrini dile getirmiştir. Dahası, bu şekilde kanıtlanamayan hiçbir şeyin Hristiyan inancının bir parçası olmaması gerektiğini ileri sürmüştür. Özünde, Hristiyan dini, doğası gereği yalnızca Kutsal Kitap’ın yalın sözlerine dayanır ve temeli için başka hiçbir dayanak aramaz.

Luther yaşadığı dönemde bugünün apolojetik alanlarından bazılarıyla kesinlikle uğraşmıyordu. Aydınlanma Çağı’ndan sonra ortaya çıkan ateizm dalgası çoğunlukla on yedinci yüzyıldan sonra yaşamış olan ilahiyatçıların ilgi alanındaydı. Öte yandan, Luther’in Tanrı ve Kutsal Kitap hakkındaki varsayımları şüphesiz Van Til’inkilere çok benziyordu. Her ne kadar Van Til varsayımsal apolojetiği teolojik olmaktan çok felsefi bir şekilde savunmuş olsa da, Luther bunu Sola Scriptura ilkesine sadık kalarak yapmıştır. Örneğin Luther’in İradenin Tutsaklığı isimli eserinde Erasmus’a hitap etme şekli, mantıksal argüman sıralaması ve Kutsal Kitap’ı kullanma biçimi – biraz kaba da olsa – bir varsayıma dayanmaktadır ve bu varsayım Sola Scriptura ilkesidir.

Luther’in yöntemlerini ve retoriğini bugün kullanmanın hiçbir sakıncası yoktur. Ancak bu kültürel temelde yapılırsa daha büyük fayda sağlayacaktır. Luther’in Kutsal Yazılara ve Tanrı’nın lütfuna olan bağlılığı bugün apolojetikle uğraşan herkes için birer esin kaynağı olmalıdır. Apolojetik zordur ancak aynı zamanda Tanrı’dan gelen bir çağrıdır (1Pe. 3:15). Luther ile başlayan ve yüzyıllar boyunca devam eden Protestan apolojetiği Tanrı’nın gücünü ve egemenliğini vurgulamıştır. Her yorum, sistematik ilahiyat, tarih ve pratik ilahiyat kitabında apolojetiği bulabilirsiniz ve bunun en güzel yanı apolojetiğin metodolojik ve pratik olarak yalnızca Kutsal Yazılara dayanmasıdır. Hiçbir insan geleneği ya da felsefe Kutsal Yazıların üzerine çıkamaz ve bu Reform ilahiyatının tüm dünyaya büyük bir armağanıdır.

[1] Brecht, Martin. Martin Luther. trans. James L. Schaaf, Philadelphia: Fortress Press, 1985–93, 1:3–5.

[2] Martin Luther, Luther’s Works, Vol. 40: Church and Ministry II, ed. Jaroslav Jan Pelikan, Hilton C. Oswald, and Helmut T. Lehmann, vol. 40 (Philadelphia: Fortress Press, 1999), 174–175.

[3] Martin Luther, Luther’s Works, Vol. 32: Career of the Reformer II, ed. Jaroslav Jan Pelikan, Hilton C. Oswald, and Helmut T. Lehmann, vol. 32 (Philadelphia: Fortress Press, 1999), 258.

[4] Kolb, Robert (2009). Martin Luther. New York: Oxford University Press. syf. 24

[5] Britannica, T. Editors of Encyclopaedia (2020, January 2). Diet of Worms. Encyclopedia Britannica. https://www.britannica.com/event/Diet-of-Worms-Germany-1521

[6] Britannica, T. Editors of Encyclopaedia (2023, September 24). Colloquy of Marburg. Encyclopedia Britannica. https://www.britannica.com/event/Colloquy-of-Marburg

[7] Lutheran Reformation. “The Antinomian Disputations,” October 23, 2017. https://lutheranreformation.org/history/the-antinomian-disputations/.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu