İlahiyat

“Ölüyü Dirilten Papaz”

Geçenlerde sosyal medyada gezinirken, karşıma “Ölüyü Dirilten Papaz” başlığıyla bir video çıktı. Olay Güney Afrika’da geçiyordu ve bir pastör, açık tabutta yatan ve öldüğü iddia edilen bir kişiyi diriltmişti. En azından iddia o yöndeydi. Ölünün etrafında en az 70-80 kişi toplanmıştı ve pastör elini ölünün böğrüne dokundurduğu zaman, ölü olarak bilinen adam cüzi bir hareket yaptı ve daha sonrasında pastörün “Diril” demesi üzerine kalkıp dik oturdu. Doğal olarak buna şahit olanlar da “Haleluya” ve “Tanrı’ya övgüler olsun” nidalarıyla sevinmeye başladılar.

Benim bu örneği kullanmamın sebebi, bahsi geçen pastörün veya başka birilerinin itibarını lekelemek değildir. Tabutta yatan o adamın gerçekten ölü olup olmadığını bilmiyorum ve bu yüzden de bu belirli olay konusunda herhangi bir yorumda bulunmayacağım. Yazımın amacı, “şifacı,” “cinci,” “üstün elçi” (senior apostle) ve benzeri unvanları benimseyerek, insanların saf duygularını ve güvenlerini zedeleyen kişilerin Kutsal Kitap’la ne kadar uyum içerisinde olduklarını incelemektir.

Armağan Unvanları

Tanrı, Eski Antlaşma ve Yeni Antlaşma dönemi geçerli olmak üzere insanların eliyle mucizeler yapmıştır. Tanrı’nın yaptığı mucizeler, O’nun yüceliği için gerçekleşiyordu. Yanlış anlaşılmasın, ben de mucizelerin gerçekleşebileceğine ve günümüzde hala birçok mucizenin gerçekleştiğine inanıyorum. Fakat buradaki tanımları yapmak ve tanımlara bağlı kalarak Tanrı’nın gücünü anlamak çok önemlidir.

İlk tanımımız mucizedir. Mucize, çok geniş bir kavramdır ve Kutsal Kitap’ta bunun çeşitli örneklerini görebiliyoruz. Ancak yazının çok uzamaması adına “şifa almak” ve “cinden kurtulmak” olarak yalnızca iki örnek üzerinden gideceğim. Birisi, hastayken aniden iyileşirse, buna mucize diyebiliriz. Bunun yanı sıra cine tutsak bir kişinin davranışları ve ruh hali normale dönerse, buna mucize dememek için inatçı olmak gerekir. Günümüzde mucizeler gerçekleşebilir mi? Kesinlikle, EVET!

İkinci tanımımız elçisel armağanlardır. Kutsal Kitap’ta armağanlar ikiye ayrılır. Ruhsal armağanlar ve elçisel armağanlar. Ruhsal armağanlar, öğretmek, hizmet etmek, öğüt vermek gibi armağanlardır (Rom. 12:7-8). Elçisel armağanlar ise şifa vermek, peygamberlik etmek (gelecekle ilgili kehanette bulunmak), dillerle konuşmak vd. armağanlardır. Bu ayrımı yapmanın önemli olduğu düşüncesindeyim. Ne var ki, günümüzde özellikle 1994 yılındaki Toronto Bereketi hareketinden sonra adeta bir akım gibi gelen “mucizeperestlik” veya “armağanperestlik” tutumu kendini göstermiştir. Toronto Bereketi konusunda daha ayrıntılı bir yazı yazacağım, o yüzden bu yazıda detaylara inmemeyi tercih ediyorum.

Elçisel armağanlar olarak nitelendirdiğimiz kategori, şifa, cin kovma, ruhları tanıma, peygamberlik, dillerle konuşma[1] armağanlarıdır. Yazının bağlamından kopmamak adına bu yazıda yalnızca şifa armağanını ele alacağım. Kutsal Yazıları incelediğimizde, elçilerin birçok kez hasta insanlara şifa verdiklerini görüyoruz (Elç. 3:1-10; 5:10-16; 8:4-8; 9:17-19, 32-35; 14:8-10; 20:7-16 vs.). Bu büyük mucizeler, halkta büyük hayranlık uyandırmış ve Mesih’in ismini yüceltmişti. Elçileri bizlerden ayıran özellik, onların Mesih’i görmesi bizim ise görmememizdir. Onlar Mesih’le sohbet edip vakit geçirdiler, biz ise böyle bir ayrıcalığa sahip olmadık. Bizler görmediğimize iman ediyoruz ve bu da çok büyük bir mucizedir. Özetle sözüm o ki, elçiler, kendilerinden yardım isteyen kimselere tek bir sözle veya el koyarak şifa veriyorlardı.

Günümüzdeki Kaos

Günümüzde de “şifacı” olduklarını iddia eden kimseler vardır. Bu kimseler büyük toplantılar düzenleyerek, çeşitli yöntemlerle insanlara şifa verdiklerini ileri sürüyorlar. İsim isim sayıp konudan sapmamak adına, bu adamların kimler olduklarını söylemeyeceğim, zaten bilen bilir. Yurtdışında da ülkemizde de böyle toplantıların varlığını illaki duymuşsunuzdur. Daha önce de belirtmiş olduğum gibi ben insanların dua edilerek şifa bulabileceklerine inanıyorum. Tanrı’nın gücünün yetmediği hiçbir hastalık yoktur ve Tanrı isterse, tüm hastalar şu dakika iyileşebilirler.

Ancak benim garip bulduğum şey elçilerle yeni dönem “şifacıları” arasındaki tezatlıktır. Elçiler ücretsiz olarak şifa verdiler, “şifacılar” ise kimi zaman ücret talep ederler. Elçilerin iyileştiremediği hiç kimse yoktu, “şifacıların” iyileştiremediği kişilerin sayısı bayağı fazla (hatta iyileşmiş olan kimselerin eski ve yeni raporları talep edildiğinde genellikle “Tanrı’yı sınamayın” diyip bunu göstermeyi kabul etmezler). Elçiler, Mesih’in karşılıksız şifa gücüyle insanları iyileştiriyorlardı, “şifacılar” ise iyileştiremedikleri kimseleri imansızlıkla suçluyorlar. Elçiler Tanrı’yı yüceltiyor, “şifacılar” ise kendilerini reklam edip yüceltiyorlar.

Bizzat bu durumu defalarca yaşamış ve şahit olmuş biri olarak, dua edilen kişi şifa almadığı zaman imansızlıkla, kıt imanla suçlandığını, “şifacı” kimsenin ise gücünden sual edilmez kişi olarak aklandığını çok kez gördüm. Buradaki amacım nifak tohumu ekmek değil, Tanrı’nın yüceliğine sürülmekte olan lekeyi işaret etmek ve düşünmeyi sağlamaktır.

Yukarıda bahsi geçen Afrikalı pastörün ölü adamı “diriltmesi” de benzer bir durumdur. Videoya dikkatlice bakıldığında, tabutta yatan kişinin nefes aldığı görülmekte ve duadan sonra sanki daha öncesinde ölüymüşçesine ayağa kalkması ilginçtir. Böyle bir şey Tanrı’ya yücelik getirir mi? Hiç sanmıyorum. Peki, bu sözde mucize kimi yüceltir? Kuşkusuz, o pastörü. Ben buna ucuz reklam diyorum.

Karıştırılmaması gereken şey şu ki, hasta kimseler için toplanıp dua etmek kesinlikle yanlış veya kötü bir şey değildir. Hatta her bir Hristiyan, Mesih’teki kardeşi için ve de kendisinden şifa duası isteyen kimseler için dua etmekle mükelleftir. Ancak dua edildiği zaman, şifa gücünün bizde değil, Tanrı’da olduğu da unutulmamalıdır. Tanrı isterse şifa verir. Vermezse de O’na yücelik olsun. Tanrı şifa verirse, bunu kendi amacı için kullanacaktır. Fakat bunun tam tersi olsa, yani kişi şifa almasa, Tanrı bunu da kendi yüceliği için kullanacaktır. Dünyada iyi bir şey olunca Tanrı’nın yüceldiğini, kötü bir şey olunca yücelmediğini düşünmek büyük hatadır. Tanrı her koşulda, her zaman yücelmektedir. O’nu yüceltmek ise bize, yani O’nun çocuklarına ruhsal fayda sağlamaktadır.

Dolayısıyla, kendisini şifacı olarak tanıtan kimseler, el koydukları ve dua ettikleri HERKESİ iyileştirmelidirler. En azından Kutsal Yazılarda gördüğümüz örnekler bu yöndedir. Tanrı bir kimseye şifa armağanı verdiyse, o kişi herkesi iyileştirmelidir çünkü Ruh, o kişiden akmaktadır. Yazılmış olanın dışına çıkamayacağımıza göre (1Ko. 4:6), her şeyi Kelâmda yazıldığı gibi görmeli ve değerlendirmeliyiz.

Her Şey Tanrı’nın Yüceliği İçin

Son olarak, şifa bulamadığınız ve acı çekmeye devam ettiğiniz zaman, Tanrı’nın egemenliğinde acı çektiğinizi unutmayın. Tanrı, acınıza yabancı değildir ve her daim yanınızdadır. O, sizi iyileştirse de iyileştirmese de O’na sarılmaya ve sımsıkı tutunmaya devam etmelisiniz. Eğer bir zamanlar, sırf şifa almadığınız için imansızlıkla suçlandıysanız, o suçlamayı reddedin, kabul etmeyin. Siz Tanrı’yı seviyorsanız ve sizi iyileştirebileceğine inanıyorsanız ancak şifa almadıysanız, Tanrı’nın çok daha farklı bir amacı olduğunu unutmayın. Kardeşlerinizden dua istemeye devam edin, kutsal imana sımsıkı sarılın. İnsanoğlunun yeryüzündeki amacı acısız ve mutlu bir yaşam sürmek değil, “Tanrı’yı yüceltmek ve sonsuza dek O’ndan zevk almaktır.”[2]

Sevgiyle kalın.

[1] Kutsal Kitap’ın Çağdaş Çevirisinde “Bilinmeyen Diller” olarak tercüme edilmiş ayetlerin (Ör. 1Ko. 14:4) Grekçesinde “bilinmeyen” kelimesi geçmemektedir.

[2] Westminster Kısa Kateşizmi Soru 1.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu