Batı’nın Roma Katolik Kilisesine olan tepkisi, kısmen Prostestan evanjelik ilahiyatına, kısmen de ateistik sosyal psikolojide kendisini göstermiştir. Ateistik sosyal psikoloji, yani toplumun psikolojisi, kilisenin getirmiş olduğu muhtelif kuralları ve yasaları çiğneyerek, neyin doğru veya neyin yanlış olduğuna kendisi karar verme eğilimindedir. Böylece kilisenin yetkisi ve uygulaması geçerliliğini yitirir ve yepyeni bir toplum inşa olur. Batı’nın bunu ne kadar becerebildiği veya bu çabasının ne denli makul olduğu tartışılır, ancak bu yazıdaki konumuz bu değil. Bu yazıdaki asıl konumuz, Protestan evanjelik ilahiyatına yansıyan dini anarşizmdir.
“Hristiyanlık din değil, ilişkidir” sloganları çok kez kendisini duyurmayı başarmıştır. Birçok vaiz ve pastör kürsüye çıkarak Hristiyanlığın din değil, Tanrı’yla ilişki yolu olduğunu vurgulamıştır. Bu seferki yazımın amacı din kavramını tartışmak değildir – bunu daha sonraya bırakmak daha iyi olacaktır. Bu yazımın amacı, Kilisenin dini bir müessese olarak görülmemesinin getirdiği bazı sonuçlar olacaktır.
Ruhanî Yetkinin Yitirilmesi
Kilise sadece gönüllülük esasına dayalı bir cemiyet olarak görüldüğünde, ruhanî yetkisi azalabilir veya göz ardı edilebilir. Ruhanî yetki, kilisenin Tanrı’nın Sözü’ne göre ve O’nun isteğine uygun olarak öğretme, vaaz verme ve sakramentleri uygulama konusundaki Tanrı tarafından verilen yetkisini ifade eder. Bu yetki, kilisenin başı olan (Efesliler 5:23) ve kiliseye müjdeyi duyurma ve öğrenci yetiştirme görevini emanet eden (Matta 28:18-20) Mesih’ten gelmektedir. Kilise yalnızca sıradan bir insani teşkilat olarak görüldüğünde, öğretileri ve uygulamaları otoriter ve bağlayıcı olmaktan ziyade isteğe bağlı veya öznel olarak algılanabilir. Bu durum kilisenin öğretilerine saygı duyulmamasına ve kişisel tercihlere ya da kültürel normlara dayalı olarak imanın hangi yönlerinin kabul edilip hangilerinin reddedileceğini seçme eğilimine yol açabilir. Dahası, kilisenin ruhanî yetkisi zayıfladığında, yanlış öğreti ve öğretiye dayalı hataların kiliseye sızma riski ortaya çıkar. Tanrı’nın Sözü’nde sağlam bir temel olmadan ve kilisenin Kutsal Kitap hakikatini ilan etme ve destekleme yetkisi tanınmadan, inananlar müjdeye aykırı öğretiler tarafından yoldan çıkarılabilir. Oysa imanlılar kilisenin ruhanî yetkisini kabul edip ona boyun eğdiklerinde, sağlam öğretiye dayanmaları, amaçta birleşmeleri ve dünyaya tanıklıklarında etkili olmaları daha olasıdır. Kilisenin yetkisi insan bilgeliğine ya da gücüne değil, Tanrı Sözü’nün hakikatine ve Kutsal Ruh’un rehberliğine dayanır. Kilise Tanrı’nın yetkisine uygun olarak faaliyet gösterdiğinde, müjdeyi duyurma, öğrenci yetiştirme ve Tanrı’ya yücelik getirme misyonunu yerine getirebilir.
Azalan Mensubiyet Anlayışı
Kilise gönüllülük esasına dayalı bir cemiyet olarak görülürse, üyelik manevi bir bağlılıktan ziyade tercihe bağlı ve kişisel bir seçim olarak algılanabilir. Bu da imanlılar arasında topluluk ve hesap verebilirlik duygusunun zayıflamasına yol açabilir. Bireyciliğin ve tüketimciliğin yaygın olduğu bir kültürde, kilise üyeliğinin gönüllülük esasına dayalı bir birliktelik olduğu fikri, imanlılar arasında hesap verebilirlik ve bağlılık eksikliğine katkıda bulunabilir. Üyeliği Tanrı ve O’nun halkıyla antlaşmaya dayalı bir ilişki olarak görmek yerine, kişisel tercihlere veya koşullara bağlı olarak kolayca sonlandırılabilecek veya değiştirilebilecek sıradan bir bağlılık olarak görülebilir. Aksine, imanlılar kilise üyeliğini manevi bir bağlılık ve Tanrı ve O’nun halkıyla antlaşmaya dayalı bir ilişki olarak gördüklerinde, kilisenin yaşamına faal olarak katılmaları, misyonuna bağlı olmaları ve bakanlıklarını desteklemeleri daha olasıdır. Bir inanç topluluğuna ait olmanın öneminin farkındadırlar ve yerel bir imanlılar topluluğunun parçası olmanın getirdiği hesap verebilirlik, karşılıklı destek ve ruhsal gelişimin değerini anlarlar.
Odağın İbadetten Hizmete Kayması
Kilisenin gönüllülük esasına vurgu yapmak, odak noktasının ibadet ve ruhsal gelişimden hizmet ve sosyal eylemciliğe kaymasına yol açabilir. Hizmet, kilisenin misyonunun önemli bir yönü olsa da, Mesih’e ve O’nun öğretilerine derin bir bağlılıktan kaynaklanması gerekir. İbadet kilise yaşamının merkezinde yer alır çünkü imanlılar Tanrı’ya olan sevgilerini, şükranlarını ve bağlılıklarını ibadet aracılığıyla ifade ederler. İbadet sadece bir Pazar etkinliği değil, yaşamın her alanında Tanrı’yı onurlandıran ve yücelten bir yaşam tarzıdır. İmanlılar ibadette tazelenir, yenilenir ve hizmet için donatılırlar (Romalılar 12:1-2). Odak noktası öncelikle hizmete kaydığında, ibadetin ve ruhsal uygulamaların önemini gözden kaçırma riski ortaya çıkar. Hizmet, ruhsal köklerinden kopar ve ibadet ve duaya dayalı bir yaşamdan gelen derinlik ve değiştirici güçten yoksun, yalnızca bir sosyal aktivizm biçimine dönüşebilir. Bunun aksine, kilise ilahî bir müessese olarak görüldüğünde, öncelikli odak noktası Tanrı’ya ibadet etmek ve onu yüceltmek olmaya devam eder. Bu durumda imanlılar Tanrı’yla olan ilişkilerinden ilham ve güç alarak başkalarına sevgi ve alçakgönüllülükle hizmet ettiklerinden hizmet, ibadetin doğal bir akışı haline gelir. Kilisenin misyonuna yönelik bu bütüncül yaklaşım hem ibadete hem de hizmete gereken yerin verilmesini sağlayarak kilisenin kimliğinin ve amacının dengeli ve canlı bir şekilde ifade edilmesine yol açar.
Sakramental Önemin Kaybedilmesi
Kilise gönüllülük esasına dayalı bir cemiyet olarak görülürse, sakramentler gerçek bir ruhsal önemi olmayan sembolik eylemler olarak görülebilir. Ancak Hristiyan ilahiyatında sakramentler Tanrı’nın kendi lütfunu imanlılara ilettiği lütuf araçları olarak kabul edilir. Örneğin, imanlının Mesih’in ölümü ve dirilişinde onunla birleşmesini ifade eden vaftiz (Romalılar 6:3-4), Tanrı’nın lütfunu bahşettiği ve imanlıyı iman topluluğuna dahil ettiği sakramental bir eylemden ziyade, sadece imanın kamuya açık bir beyanı olarak görülebilir. Aynı biçimde, Mesih’in kurban olarak ölümünü hatırlatan ve imanlıları ruhsal olarak besleyen (1. Korintliler 11:23-26) Rabbin Sofrası, gerçek bir ruhsal değeri ya da etkisi olmayan sembolik bir yemeğe indirgenebilir. Buna mukabil, kilise ilahi bir kurum olarak görüldüğünde, sakramentler kilisenin yaşamı ve misyonunun merkezi olarak kabul edilir. Tanrı’nın lütfunu ilettiği ve imanlıların imanını güçlendirdiği araçlar olarak huşu ve anlayışla kutlanırlar. Sakramentlere ilişkin bu anlayış kilisenin ibadetini ve ruhani yaşamını zenginleştirerek Hristiyan dininin daha derin ve daha canlı bir şekilde ifade edilmesine yol açar.
Ayrışma Olasılığı
Kiliseyi gönüllülük esasına dayalı bir cemiyet olarak görmek, bireylerin kiliseleri teolojik inançlarından ziyade kişisel tercihlerine göre seçtikleri tüketimci bir yaklaşıma yol açabilir. Bu da Mesih’in bedeni içinde bölünmeye neden olabilir. Kilise üyeliği opsiyonel ve kişisel tercihe dayalı olarak görüldüğünde, inananlar kilisenin birliği ve sağlığı yerine kendi rahatlık ve konforlarına öncelik verebilirler. Bu durum, bireyler daha rahat ya da çekici bir deneyim arayışıyla bir kiliseden diğerine geçebileceğinden, belirli bir inanç topluluğuna bağlılık eksikliğiyle sonuçlanabilir. Ayrıca, kiliseye yönelik tüketimci bir yaklaşım, kilise üyeliğinin yüzeysel bir şekilde anlaşılmasına ve imanlılardan oluşan bir topluluğa ait olmanın öneminin takdir edilmemesine yol açabilir. İmanlılar, yerel bir kilise bağlamında karşılıklı eğitim, hesap verebilirlik ve destek için Kutsal Kitap’ta verilen emri kabul etmekte başarısız olabilirler (İbraniler 10:24-25). Bu durum ruhsal gelişimlerini ve olgunluklarını engelleyebilir, zira birbirlerine bağlı bir iman topluluğu içinde faal olarak yer almanın faydalarını göremezler. Bunun aksine, imanlılar kiliseyi Mesih tarafından kurulmuş dini bir kurum olarak gördüklerinde, kilise üyeliğine bağlılık duygusu, alçakgönüllülük ve Müjde uğruna hizmet etme ve fedakârlık yapma isteğiyle yaklaşma olasılıkları daha yüksektir. Kilisenin sadece bir sosyal kulüp veya hizmet kuruluşu değil, birbirini sevmeye, birbirinin yükünü taşımaya ve Büyük Komisyon’u birlikte yerine getirmeye çağrılan Mesih’in bedeni olduğunu kabul ederler (Matta 28:19-20). Bu düşünce tarzı, birlikteliği, karşılıklı ilgiyi ve imanlıların Müjde’nin yaşamları ve toplumları dönüştürme gücünü göstererek dünyaya canlı bir tanıklık etmelerini teşvik eder.
Ruhsal Disiplinlerin Zayıflaması
Kilise gönüllülük esasına dayalı bir toplum olarak görülürse, dua, ibadet ve Kutsal Yazılar’ın çalışılması gibi ruhsal disiplinlere daha az vurgu yapılabilir. Bu disiplinler ruhsal büyüme ve olgunluk için gereklidir. Ruhsal disiplinler Hristiyan için tercihe dayalı faaliyetler değil, Tanrı’yla yakınlığı ve Mesih’e uyumu geliştiren hayati uygulamalardır. Örneğin dua, imanlıların Tanrı’ya olan sevgilerini, minnettarlıklarını ve O’na olan bağımlılıklarını ifade ettikleri Tanrı’yla birliktelik aracıdır. İbadet, Tanrı’yı onurlandırmanın ve yüceltmenin, O’nun değerini ve görkemini kabul etmenin bir yoludur. Kutsal Yazıları incelemek, Tanrı’nın iradesini ve karakterini bilmenin bir yoludur ve imanlıların yaşamlarını O’nun Sözü’yle uyumlu hale getirmelerini sağlar. Kilise ruhsal disiplinleri ihmal ettiğinde ya da önemini azalttığında, imanlılar yaşamlarında bu uygulamalara öncelik vermeyerek ruhsal uyuşukluğa, ilgisizliğe ve olgunlaşmamaya yol açabilirler. Ruhsal disiplinlere düzenli olarak katılmayan imanlılar Tanrı’nın sesini ayırt etmekte, günaha karşı direnmekte ve imanlarında büyümekte zorlanabilirler. Öte yandan, imanlılar ruhsal disiplinlerin önemini kavradıklarında ve yaşamlarında bunlara öncelik verdiklerinde, Tanrı’yla ilişkilerinde büyümek, yaşamın zorluklarına dayanmak ve O’nun krallığı için meyve vermek üzere daha donanımlı hale gelirler. Ruhsal disiplinlerin külfetli ya da yasal olması değil, Kurtarıcılarıyla yakınlık içinde yürüyen imanlılar için sevinç, güç ve yenilenme kaynağı olması amaçlanır.