İlahiyat

İlahiyat: Konuşmak veya Konuşmamak

İlahiyat, adından da anlaşılacağı üzere ilahi olanın bilimidir. O’nu bilmek, O’nu tanımak ve en önemlisi de O’nu kendisini tanıttığı gibi tanıma gayretidir. Sonuçta Tanrı kendisini tanıttığına göre, O’nu tanımak da kendisine Hristiyan diyen herkesin vazifesidir.

Kanımca post-modernizmin etkisi olsa gerek, bazı mezheplere mensup kişiler ilahiyattan özellikle uzak durmayı tercih ediyorlar. Aslında bunun mezheplerle ilgili olduğuna da şahsen inanmıyorum çünkü bu tamamen bilişsel bir mesele. Zira “ilahiyat” veya “teoloji” kelimeleri, akıllara hep kocaman kitapları, ağır dili, kimi zaman Latinceyi, kimi zaman Grekçe veya İbraniceyi, fazlasıyla teknik kelimeleri ve sürekli devam eden tartışmaları getirmektedir. Bu algı kısmen doğrudur çünkü ilahiyat adı verilen alan, orta çağ deyimiyle “Tüm bilimlerin anasıdır.” Dolayısıyla illaki ilahiyatta teknik terimler ve bazen de ağır dil kullanılacaktır.

Ancak bence her ilahiyatçının görevi, alan dışı (yani ilahiyatçı olmayı hedeflemeyen) kimseler için ilahiyatı sade dille anlatmaktır. Bu elbette öğretilerden taviz vermek anlamına gelmiyor. Tersine, öğretiden hiçbir şekilde taviz vermeden, Tanrı’nın sözünü olduğu gibi ancak daha basit şekilde anlatmak gerekli. Uçlarda yaşayan insanlar olduğumuz için muhtemelen, ya fazlasıyla ağır ve incitici dil kullanarak insanları yaralamayı tercih ediyoruz, ya da abartılı bir kucaklayıcılıkla tüm teolojik kavramları “sevgi ve birlik” adını verdiğimiz kavramlara kurban ediyoruz. Bunun ortasını bulmak gerek.

Hal böyleyken, bu işin “dengesi” nerede? Bence dengesi, açık açık konuşmaktır. Sonuçta Tanrı’nın buyurmuş olduğu sözleri neden insanlardan saklayalım ki? Tanrı bilgisini vaazlarda, kısa yazılarda ve kitaplarda, anlaşılabilecek şekilde halka aktarmak ve de belirli bir teolojik konuda kilisedeki kardeşler arasında görüş farklılığı olduğunu bildirmek zaruridir. Evet, görüş farklılıkları da vardır. Bunu kim niye inkâr etsin? Ali, bazı ikinci dereceli konularda (son günlerle ilgili düşünceler, dünyanın kaç günde yaratıldığı, kilisede ne tür ilahiler söylenmesi gerektiği vs.) Ahmet’ten farklı düşünüyor ama bu onları düşman yapmaz çünkü temeller konusunda aynı fikirdeler. Düşmandan kastettiğim şey de kesinlikle kanlı bıçaklı düşmanlar değil. Kastettiğim şey aynı kilise çatısı altında Tanrı’ya hizmet edip edemeyecekleri ayrımıdır.

Dolayısıyla, buradaki denge son derece önemlidir. Kürsülerden ilahiyatın zararlı olduğunu söylemek ne kadar hikmetsiz ve Kutsal Yazılara aykırı bir davranışsa, ilahiyatı mümkün olduğunca ağır ve teknik dil kullanarak herkesin anlayamayacağı biçimde konuşmak da o kadar yanlıştır. Herkes öğrensin, herkes faydalansın. İlahiyatı konuşmaktan, soru sormaktan, tartışmaktan korkmayın! “İlahiyat konuşmayın” diyenlerden hiç korkmayın.

Sevgiyle kalın.

İlgili Makaleler

Bir Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu