Çeviren: Denizhan Başaran
The Presbyterian Guardian, volume 5 (1938)’den alınmıştır.
Vaftiz, Hristiyan kilisesinin bir emridir. İlahi tayine uygun olarak kilise tarafından uygulanır ve gözle görünen kilisenin üyeliğini başlatan dini törendir. Bu nedenle, bebek vaftizine ilişkin argüman, kilisenin doğası sorusuyla çok yakından ilişkilidir.
Tam manasıyla kilise, yeniden doğanların ve imanlıların birliğidir. Bununla birlikte, yeniden doğuş ve iman gerçekleri görünmezdir ve ruhsal alana aittir ve bu nedenle hiç kimse kiliseye kimin ait olduğunu ya da böyle bir bedenin kesin sınırlarının herhangi bir yerde ya da nesilde ne olduğunu kesin olarak belirleyemez. Sonuç olarak, tam anlamıyla kiliseden söz ettiğimizde ondan gözle görünmez kilise olarak söz ederiz.
Fakat kilise asla insan kavrayışına tamamen görünmez halde değildir. Yeniden doğuş ve iman gerçekleriyle Mesih’in bedenini oluşturanlar, sahip oldukları bu imanı gözlemlenebilir bir şekilde ifade ederler. Bunu sadece Mesih’in bedeninin üyeleri olarak bireysel kapasitelerinde değil, aynı zamanda kolektif ilişkilerinde ve yükümlülüklerinde de yaparlar. Tanıklık, ibadet, sakramentlerin uygulanışı, karşılıklı terbiye, teşvik ve disiplinin uygulanması amacıyla organize olurlar. Bu görünür organizasyon veya birliktelik, insan tasarımının değil, daha çok ilahi kurumun emridir. Bu yüzden gözle görünür kilise olarak bilinen şeye de sahibiz.
Şimdi, herhangi bir yerde veya nesilde gözle görünmeyen kilise, yalnızca yeniden doğmuş kişilerden oluşsa da görünen kilise yalnızca bunlardan oluşmaz. Bu sadece gözle görünen kilisenin ne sayısal ne de ahlaki olarak, görünmez kilisenin tam bir kopyası olmadığı anlamına gelir. Hiç kimse insan yüreğini yanılmaz bir şekilde okuyamayacağından, gözle görünür kilise, Mesih’e akıllı ve tutarlı bir iman beyanında ve O’na itaat sözünde bulunanlardan oluşur. Bu iman beyanı, yalnızca gerçek bir imanlının gerçekten ve dürüstçe bulunabileceği bir beyan olmasına rağmen, gerçek imana sahip olmayanların, gözle görünür kiliseye kabulden sorumlu olanları tatmin edecek şekilde yapabileceği niteliktedir. Öyleyse gözle görünen kilise, yeniden doğuş çizgisiyle değil, akıllı ve tutarlı bir beyan çizgisiyle sınırlandırılmıştır.
Eski Antlaşma’da Kilise
Elbette, bu gözle görünür kilise arasında Eski Antlaşma ve Yeni Antlaşma döneminde var olduğu şekliyle bir ayrım yapılması gerekecektir. Rabbimiz, Matta 16:18’de Petrus’a “sen Petrus’sun ve ben kilisemi bu kayanın üzerine kuracağım. Ölüler diyarının kapıları ona karşı direnemeyecek” dediğinde, böyle bir ayrımı ima etmiştir. O, Mesih görevi ve işinin bir sonucu olarak kilisenin Tanrı’nın krallığı veya cennetin krallığı olarak üstleneceği yeni biçim ve karakterden bahsediyordu. Ona “kilisem” dedi.
Ancak, özellikle Mesih’in ölümü, dirilişi, göğe alınışı ve Pentekost’ta Ruh’un gelişiyle başlatılan yeni yönetim biçimi ve ayrım için tam bir tasdik edilme gerekirken, yine de bu ayrım, Eski Antlaşma altındaki kilisenin varlığının daha genel anlamda reddedilmesini garanti etmez. Eski Antlaşma’daki kilise ile Yeni Antlaşma’daki kilise arasında gerçekten derin bir birlik ve özdeşlik vardır.
Eski Antlaşma altındaki Tanrı halkı için, Elçi Pavlus bize: “Evlatlığa kabul edilenler, Tanrı’nın yüceliğini görenler onlardır. Antlaşmalar, buyrulan Kutsal Yasa, tapınma düzeni, vaatler onlarındır” (Rom. 9:4) demiştir. Yeni Antlaşma kilisesi, İbrahim ile yapılan antlaşmanın uzantısı ve açılımıdır ve bu nedenle onun üzerine kurulmuştur. Pavlus Galatyalılara Mektubu’nda açıkça şöyle belirtir “Böylece iman edenler, iman etmiş olan İbrahim’le birlikte kutsanırlar… Şunu demek istiyorum: Dört yüz otuz yıl sonra gelen Yasa, Tanrı’nın önceden onayladığı antlaşmayı geçersiz kılmaz, vaadi ortadan kaldırmaz.” İbrahim’e sağlanan kutsama, kendisine verilen antlaşma bakımından, İsa Mesih aracılığıyla uluslara sağlanır (Ayet 14 ile karşılaştırın). Öyleyse kilise, her iki düzende de var olduğu için iki farklı organizma değildir. Pavlus’un açıkça öğrettiği gibi, her iki aşama da bir zeytin ağacı figürü altında, elbette birkaç dalı olan bir ağaç olarak kabul edilebilir, ancak yine de bir ağaçtır ve bu nedenle tek bir kökten ve tek bir gövdeden büyür (krş. Rom. 11:16:21). Yahudi olmayanlar, bir zamanlar “İsrail’de vatandaşlıktan yoksun, vaade dayanan antlaşmalara yabancı” kişilerdi (Efes. 2:12), ancak artık onlar için “Böylece artık yabancı ve garip değil, kutsallarla birlikte yurttaş ve Tanrı’nın ev halkısınız. Elçilerle peygamberlerden oluşan temel üzerine inşa edildiniz. Köşe taşı Mesih İsa’nın kendisidir” (Efes. 2:19-20) deniyor.
Bu nedenle, Eski Antlaşma altındaki kiliseden bahsetmek sadece gerekli değil, aynı zamanda Kutsal Yazılara dayalıdır. Organik bir süreklilik ve birlik vardır ve bunu reddetmeye yönelik herhangi bir girişim ya da ona zarar verme eğiliminde olan herhangi bir yorumlama yöntemi, Kutsal Yazılar temelinde mahkûm edilmelidir.
Sünnet İşareti
Şimdi eğer kilise genel anlamda Eski Antlaşma’nın altında var olmuşsa, gözle görünür örgütlenmesinde ve yönetiminde yalnızca gerçek dine inanan herkesi değil, aynı zamanda onların çocuklarını da kapsamaktaydı. İbrahim’e verilen antlaşma işareti sünnetti. Bu işaret ve mühür, sadece ulusal ayrıcalığı değil, şu anda göstereceğimiz gibi ruhsal kutsamayı da ortaya koyuyor ve ilahi emirle sekiz günlük bebeklere uygulanıyordu. Bu antlaşma ilişkisi içinde doğan tüm erkekler, başka bir deyişle, bu ayrıcalık ve bu beyan alanı içinde olan ebeveynlerden doğan tüm erkekler sünnet edilecekti.
Sünnet, temel olarak, antlaşma bereketlerine katılımından, kadar kirliliğin veya pisliğin ortadan kaldırılması anlamına geliyordu. Verilen referansların incelenmesi bunu netleştirecektir: Çık. 6:12; 30; Lev. 19:23; 26:41; Yas. Tek. 10:16; 30:6; Yer. 4:4; 6:10; 9:25. Buna ek olarak, Pavlus bize sünnetin İbrahim’in henüz sünnetsizken imanla aklandığının kanıtı olarak sünnet işaretini aldığını söyler (krş. Rom. 4:11). Biri kirliliğin veya arınmanın kaldırılması, diğeri ise imanın doğruluğunun aktarılması olan bu iki temel işaret, hemen görüleceği gibi, birbiriyle çelişmez, aksine birbirini tamamlar.
Kendimizi duraklatmak ve bu gerçekle yüzleşmek bizim için iyidir: ilahi tayin ve açık bir emirle, ruhsal gerçeklerin işareti ve mührü -yalnızca insanlara Tanrı’nın merhametli işleri yoluyla uygulanabilecek gerçekler- bebeklere uygulandı.
Şimdi itirazı öngörebiliriz: Bütün bunlar kabul edildi, ama söz konusu öğretinin ne yararı var? Bütün bunların bebek vaftiziyle ne ilgisi var?
Şöyle ki, sünnet temelde vaftizle aynı anlama gelir. Bu vaftiz, Ruh’un yenilemesiyle günahın kirliliğinden arınmayı ve Mesih’in doğruluğu -imanın doğruluğu- aracılığıyla günahın suçundan arınmayı ifade eder. Sünnetin gerçek anlamının zaten bu olduğunu biliyoruz. Bu nedenle, temel bir anlam ve ifade özdeşliği var. Vaftiz ile aynı temel anlamı taşıyan sünnet, İbrahim ile yapılan antlaşmadan doğan antlaşma ilişkisi ve ayrıcalığıyla doğan bebeklere uygulanıyordu.
Antlaşma İşareti Ebedidir
Müjde döneminin İbrahim ile yapılan antlaşmaya uygun ve o antlaşma uyarınca olduğunu zaten biliyoruz. İbrahim imanlı, sadık olan herkesin babasıdır. İman edenler, sadık İbrahim ile kutsanırlar. Şimdi eski düzen uyarınca imanlı ebeveynlerden doğan çocuklara, vaftiz ile aynı merkezi anlamı taşıyan bir antlaşma işareti olan işaret verildiyse, bebeklerin Yeni Antlaşma altındaki antlaşma işareti ve mühründen dışlandıklarına mı inanacağız? Yeni Antlaşma idaresinin İbrahim’le yapılan antlaşmanın detaylandırılması ve geliştirilmesi olduğu çok da fazla vurgulanamaz. Şu anda bebekler hariç tutuluyorsa, bu değişikliğin daha önce Tanrı tarafından tesis edilmiş uygulamanın tamamen tersine çevrilmesi veya yürürlükten kaldırılması anlamına geldiği anlaşılmalıdır. Bu yüzden çok ciddi bir şekilde sormalıyız: Her iki antlaşmada da böylesine bir geriye dönüşe dair herhangi bir ipucu veya ima buluyor muyuz? Daha spesifik olarak, Yeni Antlaşma, bebeklerin antlaşma işareti ve mührüne dahil edilmesi gibi açıkça öğretilen ve yetki verilen bir ilkeyi iptal ediyor mu? Yaklaşık iki bin yıl boyunca lütuf antlaşmasının ilahi idaresinde izlenen bir uygulama sona mı erdi?
Yeni Antlaşma’yı incelediğimizde böyle bir kanıt bulamayız. Ancak, sünnet ve vaftizde anlamın temel ifadesi ve bu antlaşma işaretinin verildiği antlaşma birliği ve sürekliliği açısından, uygulama veya ilkeden vazgeçilecekse, yürürlükten kaldırmak için kanıtın zorunlu olduğunu güvenle söyleyebiliriz. Böylece, yürürlükten kaldırmadan ve devamlılık için olan kanıtların varlığında, işaretin, inananların bebeklerine verilmesinin ebedi ilahi emir ve yetkiye sahip olduğu sonucuna varıyoruz. John Lightfoot’un şu sivri sözlerini ortaya çıkaran tam da bu tür düşüncelerdir: “Bebekleri vaftiz etmek yasak değildir; bu nedenle vaftiz edileceklerdir.” Antlaşma işaretinin bebeklere uygulanmasına ilişkin ilahi emir iptal edilmemiştir; bu nedenle hala yürürlüktedir.
Geçersiz İtirazlar
Bebek vaftizine karşı çıkanlar, bebekleri vaftiz etmek için açık bir emrin olmadığı ve Yeni Antlaşma’da açık ve kanıtlanmış bir bebek vaftizi örneğinin bulunmadığı gerçeğini ortaya koyarlar. Böylesine bir itirazın cevabı bellidir. Bebeklerin antlaşma işaretinin kabulüne dahil edilmesinin ilahi yetki tarafından dayandığı temele göre, açık bir emir veya somut bir durum gereksizdir.
Sünnet ile vaftiz arasında farklar olduğuna dair de itirazlar olacaktır. Örneğin, sünnet sadece erkeklere uygulanıyordu; vaftiz hem erkeklere hem de kadınlara uygulanır. Bu farklılık elbette inkâr edilemez. Ancak bir itiraz olarak kendi başına geçersizdir. Unutulmamalıdır ki bu fark sadece bebeklerde değil, yetişkinlerde de söz konusudur. İsrail’deki bebeklerin yanı sıra yetişkinlerde de yalnızca erkekler bu antlaşma işaretini taşıyordu. Yeni Antlaşma’da yetişkin kadınlar ve yetişkin erkekler vaftiz işareti taşırlar. Bu farklılık yetişkinler arasında açıkça görülüyorsa, neden bebeklerde de olmasın? Bebekler arasında cinsiyetler arasındaki ayrımın kaldırılması, yetişkinler arasında bu konuda cinsiyetler arasındaki ayrımın kaldırılmasıyla tamamen uyumludur. Gerçekten de eğer bebekler vaftiz edilirse, o zaman erkek ve kız bebekler arasındaki ayrımın kaldırılması, zorunlu olarak, erkek ve kadın yetişkinler arasındaki ayrımın kanıtlanmış olarak kaldırılmasından kaynaklanmaktadır.
Eski idare altındaki ilahi bilgelikte neden kadınlara uygulanmayan bir işaretin seçildiğini bilmek bizim bilgeliğimizin kavrayabileceği bir şey olmayabilir. Ancak antlaşma işaretinin, Yeni Antlaşma kilisesinin kadın üyelerini kapsayacak şekilde genişletilmesi, Yeni Antlaşma vahyinin işaret ettiği ayrıcalık genişlemesi ile tamamen uyumludur. Dr. Samuel Miller’ın yerinde sözleriyle, “Yine de vaftiz açıkça sünnet yerine gelse de ilkinin ikincisinden maddi olarak farklı olduğu noktalar vardır ve Yeni Antlaşma idaresinin eskisinden daha geniş ve daha az törensel olması bakımından farklılık gösterdiği noktalarda tam olarak farklıdır. Vaftiz törensel olarak sekizinci günle sınırlı değildir, herhangi bir zamanda ve yerde yapılabilir. Tek bir cinsiyetle sınırlı değildir; ancak mührü olduğu görkemli dönem gibi, genişletilmiş bir ayrıcalığa işaret eder ve bize şunu hatırlatacak şekilde uygulanır: “Hristiyan idaresinde ne Grek ne Yahudi ne köle ne özgür ne erkek ne de kadın ayrımı var; hepimiz Mesih İsa’da biriz” (Infant Baptism, syf.14).