İlahiyat

Açlıktan Kırılan Pastörler

Bir süredir burada değildim. Hayatın gürültüsü, iç dünyanın uğultusuna karışınca bazen kelimeler susar. Zihin yoğun, yürek dalgın, ruh ise başka yerlere çağrılır. Bu yazı o çağrının peşinden geldi. Çünkü bazen sadece yazmak gerekmez; yazmadan önce pişmek de gerekir.

Bugün size bir gözlemi, bir endişeyi ve belki bir itirafı paylaşmak istiyorum. Pastörlük hizmeti içinde yıllar geçirmiş biri olmasam da ruhsal rehberlerin zamanla nasıl açlığa düşebileceğini çok kez gördüm. Richard Baxter, “The Reformed Pastor” isimli kitabında öyle bir kavramdan bahseder:

“Yaşam ekmeğini dağıtıp, kendisi ise açlıktan kırılmakta olan pastör” kavramı.

Bu yalnızca bir teşhis değil. Aynı zamanda bir uyarıdır. Hatta belki de bir dua.

Gelin şimdi biraz daha ele alalım bu ifadeyi. Bir fırını düşünün. İçeride ustalar ekmek pişiriyor. Herkes o ekmekle doyuyor. Ancak fırıncının kendisi aç. Unla boğuşmuş, mayayla uğraşmış, ateşin karşısında terlemiş ama ağzına tek lokma ekmek koymamış. İçeriden gelen koku onu da sarhoş etmiş ama doyurmamış. Bu çelişki zamanla onu hasta eder. Güçlü görünürken zayıf, üretken görünürken tükenmiş hale getirir. Ruhsal hizmette de benzer bir durum yaşanıyor. Pastörler ve diğer hizmet eder herkes… ne kadar çok verirlerse, o kadar görünmez bir eksilme başlıyor. İlahiyat çalışılıyor, doktrinler inceleniyor, sistematik teoloji başucundan inmiyor. Fakat bir noktada her şey sadece bilgiye dönüşüyor. Derin bir yürüyüş değil, akademik bir tatmin halini alıyor. Yürek de ruh da koşamaz hale geliyor.

Tanrı hakkında çok şey biliyoruz ama Tanrı’yı ne kadar tanıyoruz? Teolojik doğrular, Kutsal Kitap’tan doğru çıkarımlar, Grekçeden çevrilen nüanslar… Bunlar kıymetli. Fakat yürek beslenmiyorsa, ruh susuyorsa, iç dünya yavaş yavaş kurur. Pavlus’un sözünü unutmayalım. Bilgi böbürlendirir, sevgi bina eder. Pastörlük bazen görünmeyen bir yalnızlıktır. Herkes sizi dinler ama kimse size sormaz. Siz anlatırsınız, onlar alır. Ancak siz kendinize ne verirsiniz? Dua etmek bile bazen bir herkese açık performansa dönüşebilir. İçtenliğin yerini alışkanlık alabilir. Derinlik yerine biçim kalabilir. Bu bir suçlama değil, bir gerçekliktir. Pastörlüğü yalnızca bir görev gibi yaşayanlar için bu çöküş daha da hızlanır. Oysa bu bir kariyer değildir. Bu bir çağrıdır ve bu çağrı sizi de içine alır. Sadece başkalarını değil, sizi de dönüştürmek zorundadır. Eğer siz değişmiyorsanız, büyümüyorsanız (bilgiden bahsetmiyorum), Tanrı’nın ekmeğinden yemiyorsanız… bir yerde yol yanlış gitmiştir.

Ruhsal liderin duygusal zekâsı güçlü olmalıdır. Çünkü insan sadece zihinle değil, duygularla da yürür. Kendi kırılganlığınızı bilmezseniz, başkalarınınkine merhamet gösteremezsiniz. Kendi acınızı tanımazsanız, başkasının acısı karşısında ya susar ya yargılarsınız. Bu da hizmeti kuru bir vaaz anlatımına indirger. İçsel farkındalık, ruhsal büyümenin zeminidir. Alçakgönüllülük burada filizlenir. Kendini tanımayan, kendini yüceltmeye başlar. Kendi boşluğunu görmeyen, başkasının boşluğunu küçümser. Ancak kendi yarasını tanıyan biri, başkasının yarasına dokunurken daha yumuşaktır.

Eğer pastörlük, üç ana başlıktan oluşan PowerPoint sunumlarıyla sınırlıysa, bir TEDx sahnesi bu iş için gayet uygun bir yer olabilir. Fakat Tanrı’nın çağrısı bundan daha fazla şeyi içeriyor. Bu bir yaşam biçimidir. Bu bir iç yürüyüştür. Bu bir sofrada ekmek bölme halidir. Gerçek bir pastör, sadece empati kuran değil, gerektiğinde rahatsız eden kişidir. Cemaat her zaman tatlı konuşanı sevmez ama bazen en sevgi dolu söz, insanı sarsan o gerçektir. Ancak bunu dile getirebilmek için önce kendi iç uykusundan uyanmak gerekir.

Şimdi size bir şey sormak istiyorum. Ne zamandır gerçekten doyduğunuzu hissettiniz? Ne zamandır o ekmeği çiğneyip yuttunuz? Ne zamandır sofrada sadece dağıtan değil, oturan oldunuz? Bunları cevaplamanız için pastör olmanız gerekmiyor; kendisine Hristiyan diyen herkesin cevaplaması gereken sorulardır bunlar.

Unutmayın, eğer sadece ekmek dağıtıyor ama kendiniz yemiyorsanız, bir gün tükenirsiniz. İçten içe boşalır, dışarıdan dolu görünmeye çalışırsınız. Konuşursunuz ama Tanrı’nın sesini duymamaya başlarsınız.

Durun. Nefes alın. Sofraya oturun. Elinizdeki ekmeği önce siz tadın. Çünkü doyduğunuzda, verdiğiniz her şey daha gerçek olur. Tanrı sizi yalnızca kürsüye çağırmıyor. Sofraya da çağırıyor. Orada siz de bir çocuksunuz. Kainatın Ulu Mimarı olan Tanrı, sizi doyurmak istiyor.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu