Calvin’in Yazısı, Hristiyan Dininin İlkeleri 1.16.9’dan alıntılanmış ve tarafımca tercüme edilmiştir.
“Bu öğretiyi kötülemek isteyenler, ona Stoacıların kader dogması olduğunu söyleyerek iftira atarlar. Bu suçlama bir zamanlar Augustinus’a da yöneltilmişti.[1] Biz kelimeler üzerinde tartışmaya girmek istemesek de “kader” kelimesini kabul etmiyoruz; hem Pavlus’un, (1Ti. 6:20) uyarısına göre, kaçınmamız gereken kutsal olmayan yeniliklerden biri olduğu için hem de insanlar bu kelimenin getirdiği olumsuz anlamı kullanarak Tanrı’nın gerçeğini bastırmaya çalıştıkları için buna dikkat etmeliyiz. Aslında, bu dogmayla haksız ve kötü niyetli bir şekilde suçlanıyoruz. Biz Stoacılar gibi, doğada yer alan sürekli bağlantı ve birbirine sıkı sıkıya bağlı nedenler zincirinden bir zorunluluk türetmiyoruz; ancak Tanrı’nın tüm şeylerin yöneticisi ve idarecisi olduğunu, bilgeliğine göre sonsuzluktan itibaren ne yapacağını belirlediğini ve şimdi kudretiyle bu kararı uyguladığını savunuyoruz. Bundan, yalnızca gökyüzü ve yeryüzünün, cansız varlıkların değil, aynı zamanda insanların planlarının ve niyetlerinin de Tanrı’nın takdiriyle yönlendirildiğini ve bu takdir doğrultusunda belirlenmiş hedeflerine doğru götürüldüklerini ilan ediyoruz.
“Peki ne olacak?” diye soracaksınız. “Hiçbir şey tesadüfen mi oluyor, hiçbir şey şans eseri mi gerçekleşiyor?” Cevap veriyorum: Büyük Basil haklı olarak, “şans” ve “tesadüf” terimlerinin pagan terimler olduğunu ve dindar insanların zihinlerini bu anlamlarla meşgul etmemesi gerektiğini söylemiştir.[2] Çünkü eğer her başarı Tanrı’nın bir lütfu, her felaket ve sıkıntı da onun laneti ise, insan işlerinde şans veya tesadüfe yer kalmamaktadır. Ayrıca Augustinus’un şu sözü de bizi etkilemelidir: “Akademisyenlere Karşı yazdığım kitaplarımda şansı bu kadar sık bahsetmiş olmamdan üzüntü duyuyorum; çünkü bu isimle herhangi bir tanrıçanın kastedilmediğini, sadece iyi ya da kötü dış sonuçların tesadüfi bir sonucu olduğunu söylemiştim.[3] Fortuna’dan da forte, forsan, forsitan, fortasse, fortuito (olabilir, belki, belki, tesadüfen) gibi kelimeler türemiştir; ki bunlar tamamen Tanrı’nın takdirine atfedilmelidir. Bunu söylemeden geçmek istemiyorum, belki de ‘şans’ olarak adlandırılan şey de gizli bir düzene tabidir ve ‘tesadüfi bir olay’ olarak adlandırılan yalnızca sebebi ve nedeni gizli olandır. Gerçekten de bunu söyledim; ancak burada ‘şans’ terimini kullanmış olmaktan pişmanlık duyuyorum, çünkü insanların kötü bir alışkanlığı var, Tanrı’nın istediği yerde ‘şans’ın istediğini söylüyorlar. Sonuç olarak, Augustinus, eğer bir şey şansa bırakılırsa dünyanın amaçsızca savrulacağını genel olarak öğretmektedir. Her ne kadar başka bir yerde tüm şeylerin kısmen insanın özgür iradesi, kısmen de Tanrı’nın takdiri tarafından yönetildiğini söylese de kısa bir süre sonra insanların Tanrı’nın takdiri altında olduğunu ve O’nun tarafından yönetildiğini yeterince açık bir şekilde göstermekte ve Tanrı’nın herhangi bir şeyi takdir etmediği takdirde hiçbir şeyin gerçekleşemeyeceği ilkesiyle hareket ederek insanların iradesine bağlı olan rastlantıyı da dışlamaktadır. Biraz sonra bunu daha net bir şekilde yaparak, Tanrı’nın iradesinin sebebini aramamamız gerektiğini söylemektedir. Tanrı’nın iradesinin en yüksek ve birincil neden olduğunu, çünkü onun emri ya da izni olmadan hiçbir şeyin olmayacağını kanıtladığı bir pasajda sıklıkla bahsettiği “izin” teriminin nasıl anlaşılması gerektiği en iyi şekilde görülecektir.[4] Kuşkusuz o, bir gözcü kulesinde boş boş oturup bir şeylere izin veren, kendi iradesiyle değil de bir başka iradeyle, tabiri caizse, müdahale eden bir Tanrı tasvir etmiyor; çünkü aksi takdirde bu, bir sebep olarak kabul edilemezdi.” (Jean Calvin Hristiyan Dininin İlkeleri 1.16.9).
DEĞERLENDİRME
Jean Calvin’in takdir ve kader konusundaki savunması, derin teolojik temellere dayanarak Tanrı’nın mutlak egemenliğini vurgulamaktadır. Calvin, Stoacıların determinist felsefesi ile Hristiyan teolojisinin Tanrı’nın takdiri arasındaki farkı keskin bir şekilde ortaya koymaktadır. Stoacılık, doğada kaçınılmaz bir neden-sonuç zincirine dayalı, katı bir zorunluluk öğretisini savunurken; Calvin, Tanrı’nın her şeyin mutlak yöneticisi olduğunu, fakat bunu, Hristiyan inancına uygun bir şekilde, yaratılışı zorlamadan, hikmetli planına göre yönettiğini belirtmektedir.
Calvin’in yaklaşımı, Augustinus’un düşünceleriyle örtüşmektedir. Augustinus, şans kavramını eleştirerek, “şans” ve “tesadüf” gibi kavramların pagan inançlarının kalıntıları olduğunu, dolayısıyla Tanrı’ya iman edenlerin bu kavramlardan kaçınması gerektiğini savunur mesela. Calvin, bu öğretide, Tanrı’nın her olayın ve her sonucun ardındaki irade olduğunu açıkça ifade ederek şansa veya tesadüfe yer olmadığını gösterir. Her olay, ister olumlu ister olumsuz olsun, Tanrı’nın takdiriyle meydana gelir ve bu da Hristiyanların dünyayı nasıl anlaması gerektiğini kökten değiştirir. Calvin’in savunduğu öğreti, insan iradesini tamamen dışlayan bir kadercilik öğretisi olarak yanlış anlaşılmamalıdır. O, Tanrı’nın iradesinin her şeyin ilk ve birincil sebebi olduğunu vurgulasa da bu iradenin gizli ve anlaşılmaz yönleri olduğunu kabul eder. İnsanın sorumluluğunu ortadan kaldırmayan bu görüş, Tanrı’nın hikmetine olan tam güveni ve iman etmeyenlerin tesadüf olarak gördüğü şeylerin Tanrı’nın gizli bir düzenine tabi olduğunu öğretir.
Calvin, Tanrı’nın iradesinin sebebini aramamamız gerektiğini söylerken, Tanrı’nın mutlak egemenliğine olan inancı derinleştirir. O, Tanrı’yı pasif bir şekilde olaylara izin veren bir varlık olarak tasvir etmez; aksine, Tanrı’nın tüm evreni hikmeti ve kudretiyle yönettiğini ve her şeyin onun planına göre ilerlediğini savunur. Bu bakış açısı, insanlara yaşadıkları her olayda Tanrı’nın iradesini görmeyi ve ona güvenmeyi öğretir.
Bu bağlamda, Calvin’in yazısı, Hristiyan inancının en temel doktrinlerinden biri olan Tanrı’nın mutlak egemenliğini koruma çabasından başka bir şey değildir. O, Stoacıların determinist felsefesinden net bir şekilde ayrılarak Tanrı’nın aktif iradesine dayalı bir anlayış sunar. Hristiyanlar, Calvin’in de belirttiği gibi, Tanrı’nın emirleri doğrultusunda her şeyin gerçekleştiğine inanmalı ve her durumda onun hikmetine güvenmelidir. Bu öğreti, Hristiyan ilahiyatının kader anlayışının Stoacı kadercilikten ne kadar farklı olduğunu gözler önüne sermekte ve Tanrı’nın her zaman kontrolü elinde bulundurduğu bir dünyaya işaret etmektedir.
[1] Augustinus, Against Two Letters of the Pelagians II. v. 10-vi. 12 (MPL 44. 577 ff.; trc. NPNF V. 395 f.).
[2] Basil, Homilies on the Psalms, Mezm. 32:4 (MPG 29. 329 f.).
[3] Augustinus, Retractations I. i. 2 (MPL 32. 585); Against the Academics I. i; III. ii. 2-4 (MPL 32. 905, 935 f.; trc. ACW XII. 35 f., 98-101).
[4] Augustinus, De diversis quaestionibus, qu. 24, 27, 28 (MPL 40. 17 f.); On the Trinity III. iv. 9 (MPL 42. 873; trc. NPNF III. 58 f.).