Orta Çağ Tamamen Karanlık Değildi
İnanç ve öğreti bakımından büyük bozulmalara uğramış olmasına rağmen, Orta Çağ kilisesi içinde samimi iman sahipleri bulunmaktaydı. Bu kişiler, yozlaşmış doktrinlere ve uygulamalara karşı çıkmış, Tanrı’nın Sözü’ne dayalı daha saf bir kilise arayışına girmişlerdi. Her ne kadar bu reform çabaları çoğu zaman büyük engellerle karşılaşmış ve hatta şiddetle bastırılmış olsa da bu inanç önderlerinin özverili gayretleri, Hristiyanlığın temel öğretilerini yeniden ortaya koyma ve kilisenin ilk yüzyıllarındaki saf inancına geri dönme arzusunu yansıtmaktadır. John Wycliffe, Jan Hus ve Girolamo Savonarola gibi isimler, kilisenin yozlaşmasına karşı cesurca ses yükselten öncüler olarak dikkat çeker. Onların çabalarını Kutsal Kitap perspektifinden ele almak hem kendi dönemlerindeki mücadelelerini anlamamıza hem de bugün için dersler çıkarmamıza yardımcı olacaktır.
John Wycliffe
John Wycliffe kendi halkını ve milletini seviyordu. İngiltere papalığı kabul ettiğinde veya papalık yönetimi altına girdiğinde, Papa’nın İngiltere ve İngiliz halkı için zararlı olabilecek herhangi bir karar vermeyeceği konusunda mutabık kaldılar. Ancak Wycliffe, papalığın Hakikat’in doğru yolundan saptığını düşünüyordu. Wycliffe’e göre Kilise, vergileri ve ondalıkları dinin ve İngiltere’nin çıkarlarına karşı kullanıyordu. Kilisenin ruhsal durumu da harap ediciydi ve Wycliff bu zorbalığa karşı ses çıkarmaya karar verdi. Örneğin, papalık ile seküler hükümet arasındaki tartışmanın en önemli konularından biri vergi ikilemiydi. Augustinusçu rahiplere göre kilise olağanüstü durumlarda vergi ödemelidir. Ancak Papalık bu fikre karşıydı ve Kilise’nin her zaman için tüm vergilerden muaf tutulması gerektiğini savunuyorlardı. Başka bir deyişle, tüm siyasi meselelerin temelinde para ve kilisenin zenginliği yatıyordu. Wyclif siyasal faaliyetlere katıldı çünkü bu sayede kendi siyasal ve dini fikirlerini empoze edebilecekti. Katılımının bir diğer nedeni de aforoz edilmekten korunmaktı. Bir şekilde, siyasi tartışmalara ve diğer faaliyetlere katılarak güvenliğini ve huzurunu güvence altına aldı. Wyclif felsefe eğitimi aldıktan sonra Katolik kilisesinin temel öğretilerine alternatif bir yorum ya da bakış açısı getirdi. Tanrı Sözü’nün nihai yetkisini kabul ederek ona değer verdi. Kutsal Kitap’ın tamamını yorumladığı Postilla adlı eserinde ilk kilisenin alçakgönüllülüğünü ve yoksulluğu vurgulamış ve Katolik kilisesini kibirli ve dönek olmakla eleştirmiştir. Ne var ki en tartışmalı kitabı, Efkaristiya ile ilgili olup Katolik Kilisesi’nin ilahiyatına meydan okumuştur. De Echaristia’da (Efkaristiya Üzerine) Wycliffe, kilisenin uzun süre önce kınadığı ve bu nedenle kilisenin görüşlerini sapkın olarak kabul ettiği değişen maddenin doğası hakkında yeni bir açıklama sundu. Wycliffe’in din adamlarını suistimal edici tutumları nedeniyle eleştirmesi, sivil egemenlik, Kutsal Kitap, Katolik kilisesi ve rahiplik ve Efkaristiya hakkındaki görüşleri Martin Luther’inkilere benziyordu. Kutsal Kitap’ın önemini vurgulayan ve Augustinusçu Tanrı Şehri anlayışını savunan Wycliffe, bu “aşırı” tutumu nedeniyle kilise tarafından sapkın olarak nitelendirilmiştir.
Jan Hus
Hus’un ilk gençlik yıllarındaki temel amacı toplumda önemli bir kişi olmak, iyi ve huzurlu bir hayat yaşamaktı. Bu nedenle üniversitede okudu ve lisans diplomasını almak için çabaladı ve ardından yüksek lisans yaptı. Hus, “önemli bir kişi” olduktan sonra değişim yaşadı ve kiliseyi ve din adamlarını eleştirmeye başladı. Özellikle din adamları arasındaki ahlaksızlığı, simoniyi,[1] ayinler için para kabul edilmesini ve diğer bazı ahlaki ve teolojik konuları eleştirdi.
Hus din adamlarını eleştiren biri olmasına rağmen kilisenin yapısına karşı çıkmamıştır. Jan Hus kilise yapısını açıkça desteklemiş fakat aynı zamanda neredeyse tüm din adamlarının simoni yapmaktan suçlu olduğuna inanmıştır. O ve destekçileri Wycliffe’in görüşlerini benimsemiştir ancak Hus bir şekilde onunla her noktada hemfikir olamamıştır. Hus, Wycliffe’in öğrettiği ve Bethlehem Şapeli ve üniversitedeki arkadaşlarının öğrettiği her şeyi kabul etmese de benimsemediği görüşleri kınamayı reddetmiştir. Örneğin, Wycliffe’in Efkaristiya hakkındaki görüşleri Hus’unkinden farklıydı. Hus geleneksel Katolik özün dönüşümü (transubstantia) görüşünü savunuyor fakat bu öğretiyi açıklarken farklı bir dil kullanıyordu. Öte yandan Hus papalığa karşı değildi ancak papalık yetkisinin sınırlandırılması gerektiğini savunuyordu. Bununla birlikte, günahları yalnızca Tanrı’nın affedebileceğine inanıyordu.
Dolayısıyla Hus ve Wyclif bazı noktalarda hemfikir olsalar da amaçları farklıydı. Hus’un Protestan Reformu üzerinde etkisi olmuştur, ancak Martin Luther, Jean Calvin ya da diğer reformcularla aynı görüşte olduğunu söyleyemeyiz. Reformcular Sola Scriptura, Sola Fide, Sola Gratia, Solus Christus ve Soli Deo Gloria öğretileri için mücadele ederken Hus bunu yapmamıştır. Onun amacı kilisenin ahlaki günahlarını ortadan kaldırmaktı; böylece Katolik kilisesine olan bağlılığını kanıtlamış oluyordu.
Girolamo Savonarola
Girolamo Savonarola 1452 yılında Ferrara’da doğdu. Kutsal Kitap, tarih ve ilahiyat konularında ciddi bir eğitim aldı. Vaaz verme konusunda derin bir tutkuya sahip olan Savonarola, 1482’de San Franco manastırında Kutsal Kitap hocası oldu. Daha önce tanıştığı yeni yetme mistik filozof Pico della Mirandola’nın girişimiyle Lorenzo de Medici tarafından Floransa’ya davet edilen Savonarola, 1490 yılında San Marco’daki görevini devraldı. Floransa’da vaazlar verdi ve dindarlığın erdemleri üzerine eserler yayınladı. 1491 yılında San Marco Manastırı’nın baş rahibi olan Savonarola, aynı konularda vaaz vermeye devam etti. Toplumu ve kiliseyi yanlış yönlendirenlerin cezalandırılması gerektiğini savundu. Bununla da yetinmeyerek Katolik Kilisesi’nde reform yapılmasını ısrarla savundu. Öte yandan daha fazla özgürlük elde etmek için Toscana’da özerk bir Dominiken topluluğu oluşturmaya çalıştı. Papa’ya karşı yaptığı söylemlerden büyük zarar gören Savonarola, sonunda 1497 yılında aforoz edildi. Tüm çabalarına rağmen de 1498 yılında idam edildi.
Kutsal Kitap’a Göre Değerlendirme
Orta Çağ’da yaşamış ve Kilise’yi kötülüklerden ve yanlışlardan arındırmaya çalışmış üç kişi hakkında Kutsal Kitap’a uygun bir değerlendirme yapmak kolay olmayacaktır. Her şeyden önce, her üç kişide de belli bir Tanrı sevgisi ve vaaz verme tutkusu vardı. Hus başlangıçta teoloji camiasına farklı amaçlarla girmiş olsa da daha sonra fikirleri değişmiştir. Wycliffe’in amacı değerlendirildiğinde, halkına duyduğu sevginin Roma kilisesinin ayrıcalıklı tutumundan daha güçlü olduğu görülmektedir. İlk olarak, o dönemde Kutsal Kitap’ı farklı Avrupa dillerine çevirme girişimi, Tanrı’nın Sözü’nün tek bir kurum tarafından manipüle edilmesini önlemeye yönelik bir girişimdi. Daha sonra, Tanrı’nın amacını gerçekleştirmek, yani herkesin Kelam’ı okuması için siyasi otoritelerle yaptığı anlaşmalar sonucunda Papa’yı eleştirmiştir. Bir bakıma, siyasi gücü Tanrı’nın amacına ulaşmak için bir kanal ya da araç olarak kullanmıştır. Kutsal Kitap’a baktığımızda, Tanrı’nın sözünü insanlardan gizlemediği görülür. Çünkü Tanrı’nın sözü herkes için yararlıdır ve insanın kutsal bir yaşam sürmesi için gerekli tüm bilgileri içerir (2Ti. 3:16-17). Ayrıca Koloseliler kitabında bilginin ve bilgeliğin tüm hazinelerinin Mesih’te olduğu yazılıdır (Kol. 2:2). Bu açıdan bakıldığında, Wycliffe’in yaptığının yanlış olduğunu söylemek doğru olmaz. Çünkü yaptığı şey kısmen vatanseverlik duygularından kaynaklansa da söylediği ve ilan ettiği şey Kutsal Kitap’a aykırı değildi.
Hus’un değişim ya da reform çabası farklı nedenlerle olmuştur. Nitekim içeriğine baktığımızda Hus bu yola önemli bir kişilik olma hedefiyle çıkmış olsa da daha sonra amacı değişmiştir. Her şeyden önce Hus’un karıştırılabileceği özün dönüşümü (transubstantia) görüşüydü. Savunduğu görüş Kutsal Kitap’a aykırıydı. Ancak Kilise içindeki kötülükleri duyurması ve simoni suçlarını herkese ilan etmesi Hus’un yaptığı doğru işlerden bir kaçıydı. Kilise ya da kiliseyi yönetenler Roma Katolik kilisesinin iddia ettiği gibi dokunulmaz değildir. Zira elçi Pavlus, Katoliklerin ilk Papa olarak kabul ettiği Petrus’u alenen azarlamış (Gal. 1:11-24) ve bu sapkınlık ya da isyan olarak nitelendirilmemiştir.
Savonarola çok hırslı bir vaizdi. Amacı Kilise’nin ve Papa’nın hatalarını düzeltmekti ve bunu vaaz yöntemiyle yapmayı tercih etti. Tipik bir Dominiken olan Savonarola, Tanrı’nın sözünü kullanarak vaaz veriyor, yanlış olanı değil doğru olanı yapıyordu.
[1] Simoni, kilise içerisinde dini makamların, rütbelerin veya ruhani hizmetlerin para veya başka maddi kazanç karşılığında satılmasıdır. Terim, adını Elçilerin İşleri 8:18-24’te anlatılan Simon Magus’tan alır. Simon, Kutsal Ruh’u verme yetkisini para karşılığında satın almak istemiş, bu isteği Elçi Petrus tarafından şiddetle kınanmıştır. Simoni, Orta Çağ’da yaygın bir sorun haline gelmiş ve kilisenin ruhani otoritesinin ciddi şekilde yozlaşmasına neden olmuştur. Kutsal Kitap’a göre, simoni gibi uygulamalar, Tanrı’nın armağanlarının satın alınabilir olduğunu düşündürerek ruhsal yozlaşmaya ve dini liderlerin kötüye kullanılmasına yol açar. Tanrı’nın lütfu ve ruhani hizmetler, Kutsal Kitap’ta hiçbir şekilde maddi bir bedelle ilişkilendirilmemiştir; aksine, iman ve ruhsal hizmet Tanrı’dan bir armağandır (Yşa. 55:1-3, Mat. 10:8).