Tek Tanrı Tek Halk: Lütuf Antlaşmasının Birliği ve Dönemselciliğin (Dispensasyonalizmin) Yanıltıcılığı
Toğrul Salamzade
Giriş
Teolojik söylem bağlamında, Kutsal Kitap anlatısındaki süreklilik ve süreksizlik arasındaki gerilim uzun zamandır derin bir tartışma konusu olmuştur. Bu karmaşık zeminde gezinmeye çalışan çeşitli teolojik yaklaşımlar arasında, Tanrı’nın insanlar ile olan ilişkilerinde farklı çağlar ya da dönemler olduğunu öne süren Dispensasyonalizm öne çıkan bir bakış açısı olarak ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte, bu teolojik paradigma, özellikle de birçok Reformcu ve antlaşmacı geleneğin temel kavramı olan Lütuf Antlaşması’nın Birliğinden uzaklaştığı algısıyla ilgili olarak şiddetli eleştirilerle karşılaşmıştır.
Reform teolojisinin temel ilkelerinden biri olan Lütuf Antlaşması, Tanrı’yı ve O’nun halkını çağlar boyunca birbirine bağlayan kapsayıcı ilahi antlaşmayı ifade eder. Bu antlaşma yapısı, Tanrı’nın Eski Antlaşma’dan Yeni Antlaşma’ya uzanan kurtarma planının sürekliliğini vurgulayarak, Tanrı’nın kurtarıcı amacının bütünlüğünün altını çizer. Buna karşılık, Dispensasyonalizm Tanrı’nın planını çağlar veya dönemler halinde tanımlar ve genellikle İsrail ile Kilise arasındaki ayrımları vurgular. Teolojik yorumlamadaki bu bölünme geniş çaplı tartışmalara yol açmış, akademisyenleri Dispensasyonalizmin Hristiyanlığın teolojik dokusu üzerindeki etkilerini incelemeye teşvik etmiştir.
Lütuf Antlaşmasının Birliği ve Dispensasyonalizmin sonuçlarını kuşatan teolojik diyalogda ciddi bir gerilim ortaya çıkmaktadır. Bu çalışma, Tanrı’nın halkıyla olan antlaşmaya dayalı ilişkisinin birliği ve sürekliliği üzerinde Dispensasyonalizmin etkilerini araştırarak bu bakış açıları arasındaki farklılığı ele almayı amaçlamaktadır. Araştırma konusu hem akademisyenler hem de uzmanlar için önemli bir endişe kaynağı olan Dispensasyonalizm’in, Lütuf Antlaşması’nın kusursuz bütünlüğünü tehlikeye atan teolojik kırılmaları istemeden de olsa ortaya çıkarıp çıkarmadığını anlamaya odaklanmaktadır.
Bu makalenin temel amacı, Dispensasyonalizmin teolojik temellerinin ve Lütuf Antlaşması’nın doğasında var olan birlik üzerindeki muhtemel etkisinin kapsamlı bir incelemesini yapmaktır. Bu çalışma, teolojik argümanları, tarihsel bağlamları ve yorumsal temelleri inceleyerek, ilahiyat camiasında süregelen tartışmalara incelikli içgörülerle katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. Dahası, bu makale bu öğreti yaklaşımlarının Hristiyan yaşamı, kilise birliği ve Tanrı’nın kurtarıcı planının daha geniş bir şekilde anlaşılması üzerindeki pratik etkilerini aydınlatmayı amaçlamaktadır.
Bu araştırmanın önemi, Hristiyan toplumu içinde daha fazla anlayış ve diyaloğu teşvik etme potansiyelinde yatmakta, Lütuf Antlaşması’nın ortak temelini vurgularken teolojik çeşitliliğin daha sağlam bir şekilde anlaşılmasını teşvik etmektedir. Teolojik çoğulculuğun damgasını vurduğu bir çağda, bu araştırma teolojik okuryazarlığı geliştirmeye ve öğretiye dayalı çeşitliliğin ortasında birliği teşvik etmeye hizmet etmektedir.
Bu makale, Dispensasyonalizmin kendine özgü yorumlayıcı bir çerçeve sunarken, Lütuf Antlaşması’nda gömülü olan temel birliğe meydan okuyan teolojik ayrılıklar getirdiğini iddia etmektedir. Kutsal Kitap’tan, tarihsel ve teolojik kanıtların incelenmesi yoluyla bu makale, Lütuf Antlaşması’nın Birliğinin, Tanrı’nın çağlar boyu süren kurtarıcı planını anlamak için eşsiz, tutarlı ve Kutsal Kitap’a sadık bir paradigma sağladığını göstermeyi amaçlamaktadır. Bu teolojik perspektiflerin nüanslarını incelerken, amacımız Hristiyan dininin daha incelikli ve birleşik bir şekilde anlaşılmasına katkıda bulunmaktır.
- Dispensasyonalizm: Kökeni ve Temel İlkeleri
Dispensasyonalizm, tarihi, Tanrı’nın insanlıkla farklı şekillerde etkileşime girdiği ve insan varoluşu için farklı amaçlara sahip olduğu “dönemler” diye adlandırılan bir dizi ayrı dönem olarak değerlendiren teolojik bir görüştür. Dispensasyonalist çerçevede, her dönem Tanrı’nın niyetlerini açıkladığı ve insanlıkla belirli bir şekilde etkileşime girdiği özgül bir zamanı ifade eder. Bu dönemler genellikle benzersiz özellikler, sorumluluklar ve gerekliliklerle nitelendirilen farklı çağlar olarak kabul edilir.[1]
Dispensasyonalizmin sıkı savunucularından ola Charles Ryrie, yazmış olduğu Dispensationalism isimli eserinde, etimolojik ve felsefi açıklamalarını yaptıktan sonra dispensasyonalizmin öğrettiği dispensasyonları açıklamaya geçiyor. Eserinde, bu öğretinin toplamda yedi dönem olduğuna ilişkin görüş savunulmaktadır ve bahsi geçen dönemlerin, Tanrı’nın kendi halkı olan İsrail ve ardından da Kilise ile olan ilişkisini yansıttığı söylenmektedir.[2] Ryrie, belirtmiş olduğu dispensasyonların ne ilahi vahiy ne de tartışılmaz bir gerçek olduğunu söylemekle birlikte, Tanrı’nın insanlarla iletişim kurduğu ve iş birliği yaptığı toplamda yedi dönemi sıralamaktadır.[3] Bu yedi dönemin her biri kendi içerisinde farklı sorumlulukları, araçları ve amaçları olan dönemlerdir. Dahası, Ryrie’nin bağlı olduğu disipline göre Tanrı, binlerce yıllık dönem içerisinde, tek Tanrı olmasına rağmen kendisi için iki farklı halk var etmiştir: bunlar İsrail ve Kilisedir.
İsrail ve Kilise arasındaki bu ayrım ve çatışma yalnızca kurtuluş teolojisi ve Kutsal Kitap tarihi açısından değil, ancak aynı zamanda ahlaki açıdan da büyük sıkıntılar doğurmaktadır. Tanrı’nın her bir dönemde farklı kurallar ve ilkelerle seslenmesi fikri, beraberinde etik göreceliliği de getiriyor. Dispensasyonal ilahiyatın sıkı savunucularından olan Ryrie, Yasanın dönemlere göre değişkenlik gösterdiğini ve dolayısıyla doğru ile yanlış kavramının dönemsel olduğunu savunmaktadır.[4] Bu öğretinin bir başka önemli noktası da Yeni Antlaşma’da tekrarlanmadığı sürece Eski Antlaşma yasaklarının veya emirlerinin hiçbir ehemmiyeti olmadığı görüşüdür.[5] Bu da kendi içerisinde etik bir kaosa sebebiyet vermektedir çünkü bu teorik olmasının haricinde aynı zamanda pratiktir. Şöyle ki bu görüşe göre Tanrı’nın Yasası ve Sözü ezeli ve ebedi değil, dönemseldir. Hal böyle olunca bu, Tanrı’nın değişken olduğunu söylemek, Eski Antlaşma’nın Hristiyanlara vermiş olduğu sorumluluktan düpedüz kaçmak anlamına gelmektedir. Örneğin Eski Antlaşma’da hayvanlarla cinsel ilişki insanlara yasaklanmışken (Lev. 20:15), Yeni Antlaşma’da böyle bir emir görülmemektedir. Hristiyanların böylesi sapık bir ilişki yaşamaya izinleri olup olmadığı ve bunu hangi temele dayandırmaları sorusu, dispensasyonalistlerin cevaplaması gereken bir meseledir.
Dispensasyonalistlerin temel anlamdaki ilahiyatlarında yalnızca ahlak, kilise ve antlaşmalar değil, ancak aynı zamanda eskatoloji de büyük rol oynamaktadır. Hristiyanlık tarihi boyunca premillennializm fikri mevcuttu ancak bu görüş dispensasyonal premillennializm ile aynı değil, farklıydı. Dispensasyonal Premillennializm kavramı 19. yüzyılın ortalarına kadar kullanımda değildi fakat bu kavramın ortaya çıkışı büyük ölçüde İngiliz ve Amerikalı Protestanlara bağlanabilir. Fransız ve Amerikan Devrimlerinin, özellikle de Fransız Devrimi’nin Daniel ve Vahiy kitaplarında yer alan peygamberlik sözlerini yerine getirdiğine inandıkları için bu terimi ortaya atmışlardır.[6] Ne var ki, dispensasyonalistlerin, Darby başta olmak üzere böylesi “mucizevi” bir görüşü ortaya atmaları, dönemin sosyopsikolojik ve teolojik şartlarından ve de yorum-bilimsel hatalarından kaynaklanmaktadır. Darby, önce kilisenin aniden göğe alınması, ardından zulmün başlaması ve sonrasında Mesih’in kilisesiyle birlikte yeryüzüne gelip bin yıl boyunca egemenlik sürmesi gerektiğine ilişkin görüşü, birçok uzman ilahiyatçı tarafından sert bir dille eleştirilmiştir. Örneğin Sandeen, hem geleneksel hem de rasyonel olan Darby’nin bu tefsir ikilemini, Kilise için olan Kutsal Yazılar ile İsrail için olanlar arasında bir ayrım yaparak çözdüğünü öne sürer. Kutsal Kitap yazarlarının birbirleriyle çeliştiği fikrini kabul etmek istemeyen ve peygamberlik metinlerinin karmaşıklığını kabul eden Darby, Müjdelerin hem Yahudilere hem de Hristiyanlara yönelik olduğunu varsayarak yaşadığı güçlüğü çözmüş ve yorumsal zorluklarına bir çözüm sunmuştur.[7] Ne var ki Darby’nin yorumladığı premmillenialist görüşün iki temel problemi vardır: birincisi, daha önce de bahsedildiği üzere, literal olmasıdır. Kutsal Kitap tamamen literal bir şekilde yorumlanamaz çünkü metinler arasındaki janr farkı buna büyük bir engel teşkil etmektedir. Dolayısıyla, özellikle Daniel ve Vahiy kitapları gibi kısımları, mümkün olduğunca sembolik bir dil kullanıldığı zaman sembolik bir şekilde yorumlamak faydalıdır. Bunun yanı sıra, dispensasyonal premmillenialist görüşün ikinci büyük problemi, Krallık kavramının İsa’nın sözlerine ters düşmesidir. “Benim krallığım bu dünyadan değildir… Krallığım bu dünyadan olsaydı, yandaşlarım, Yahudi yetkililere teslim edilmemem için savaşırlardı. Oysa benim krallığım buradan değildir” diyen İsa’nın aksine, dispensasyonalist premilleyumcular, Mesih’in önünde sonunda bu dünyaya bir kral olarak döneceğine ve literal olarak bin yıl boyunca egemenlik süreceğine inanmaktadırlar.[8] Kilise ile İsrail arasında keskin ve bölümü bir ayrım yapan dispensasyonal görüş, bu ayrımına milenyum bağlamında da devam ederek, aslında Yeni Antlaşma’nın iddialarının tam tersini ileri sürerek, Tanrı’nın Kiliseye ve İsrail’e farklı şekillerde davranacağını savunmaktadırlar. Ne var ki, İsrail’in milenyumda ayrı ve özel bir konuma sahip olacağını savunmak, tüm Hristiyanların Tanrı’nın gözünde eşit olduğu (Efe. 2:11-3:13) ve hepsinin İbrahim’in çocukları olduğu (Rom. 4:9-17; Gal. 3:6-9) gerçeğine aykırıdır.[9]
Dispensasyonalist perspektif, Kutsal Yazılarda Tanrı’nın antlaşmaları ve antlaşma halkıyla ilgili olan bölücü görüş olmasının yanı sıra, ortaya çıkış öyküsü de son derece çarpıcıdır. Tarihsel-teolojik bağlama dikkat edildiği zaman dispensasyonalizmin ortaya çıkış dönemi 1800’lü yılların sonuna tekâmül etmiştir ve bu dönem özellikle Avrupa teolojik liberalizminin parladığı ve geleneksel Hristiyan inanışlarıyla alay etme dönemiydi.[10] Friedrich Schleiermacher ve Gerhard Kittel gibi ilahiyatçıların yazıları Avrupa’nın ve özellikle Almanya’nın içinde yatan antisemitist fikirlerin yayılmasına sebep oldu. Antisemitist fikirlerin oluşumu, bir yandan da Eski Antlaşma’ya ilişkin görüşlerin değişmesine, hatalı hermenötik fikirlerin savunulmasına sebebiyet verdi. Dönemin modern ilahiyatçıları hem Eski hem de Yeni Antlaşma fikirlerini ruhsallaştırarak, literal anlamdan çok mecazi anlama vurgu yapmaya çalıştılar. Bu da kuşkusuz Kutsal Yazıların öğrettiği temel ilkelere de aykırı düşüncelerin savunulmasına sebep oluyordu. Hal böyleyken, Hristiyanların bir kısmı geleneksel ortodoks görüşlerden liberalizme sürüklenirken, bir kısmı da Kutsal Kitap’a bağlı kalmaya gayret ediyorlardı. Kutsal Kitap’a bağlı kalmaya çalışan kesimden de kimileri “yeni öğretiler” bulup dindar yollarına devam etme çabasındaydılar. İşte tam da bu dönemde Darby gibi ilahiyatçılar ortaya atılıp, asırlardır var olan Hristiyan öğretisine ters fikirleri icat etmeye başladılar. Yalnızca Darby de değil, günümüzde sapkın olarak nitelendirilen Mormonluk ve Yehova’nın Şahitleri gibi kültlerde o dönemde kurulmaya başladı.[11] Zira insanlar, yeni fikirler peşinde koşmayı tercih ederek, yeni heyecanlar yaratma ve alay edilen eski fikirleri geride bırakma gayretindeydiler. Böylelikle Darby ve ondan sonra Scofield, bu fırsattan yararlanarak, kendi akımlarını yaratmış ve Hristiyan camiasında az da olsa insanı cezbetmeyi başarmışlardır.
- Dispensasyonalizmin Teolojik Eleştirisi
Ne var ki bu cezbediciliğin içerisinde Kutsal Kitap’ın ana mesajına ters giden bazı hususlar da vardır. Bunlardan en önemlisi dispensasyonalistlerin, tarihi ve antlaşmaları bölme ve birbirinden ayırma usulüdür. Geleneksel dispensasyonalizm, hermenötiğin üç ana ilkesi ile karakterize edilir: İsrail ve kilise arasında keskin bir ayrım, kurtuluş tarihinin yedi (veya daha fazla) dispensasyon olarak kategorize edilmesi ve peygamberlik ve apokalips metinlerinin tamamen literal bir şekilde yorumlanması. Dispensasyonalistlerin, Kutsal Kitap tarihini bölmeleri sıradan bir teolojik görüşten ibaret olmamakla birlikte, kurtuluş öğretisine ilişkin görüşlerini de derinden etkilemektedir. Bununla birlikte, klasik dispensasyonalizm ile tarihsel antlaşma ilahiyatı arasındaki fark, kurtuluş tarihindeki dönemler arasındaki farklılıkların kabul edilmesinde değil, Tanrı’nın kurtuluş planının bireylerin içinde bulunduğu döneme göre değiştiği inancında yatmaktadır. Örneğin, antlaşma ilahiyatı, hangi zaman diliminde olursa olsun bütün insanların yalnızca Mesih’e iman yoluyla ve sadece lütufla kurtulduğunu ileri sürer. Buna tezat olarak, klasik dispensasyonalizm, yasa çağında inananların en azından kısmen Musa yasasına bağlı kalarak kurtulduklarını, lütuf çağındakilerin ise Mesih’e iman ederek kurtulduklarını savunmaktadır.[12] Bu da doğal olarak Kutsal Yazıların ana mesajına, Tanrı’nın karakterine ve Mesih’in çarmıhına dolaysız olarak muhalif görüş beslemek demektir.
Dispensasyonal görüşün bir başka ve son derece mühim savunmalarından birisi de literalizmdir. Başka bir deyişle, dispensasyonalistler, Kutsal Yazılarda geçen her şeyi literal bir şekilde kabul etme eğilimindedirler. Bu kuşkusuz, büyük bir kaosa sebebiyet verir; çünkü Kutsal Yazılardaki her şeyi literal olarak yorumlamak, Kutsal Kitap’ın hermenötik esaslarına da son derece zıttır. Şöyle ki, dispensasyonalistler temel hermenötik varsayımına sahiptirler ve bu varsayım, Kutsal Yazıların literal olarak yorumlanması gerektiğidir.[13] Dahası, disyansasyonal öğretiye göre Kutsal Kitap’taki hem peygamberlik hem de vahye ilişkin kısımlar son derece açıktır ve Tanrı kendi fikirlerini, insanın anlaması gerektiği gibi açıklamıştır; bu nedenle, herhangi bir mecazi yoruma yer yoktur.[14] Ne var ki, bu görüşün üç ana problemi mevcuttur.[15] Birincisi, Kutsal Kitap’taki fazlasıyla mecazi ifadeler içermesidir. Tanrı Kutsal Yazılarda çok kez mecazi ifadeler kullanıp, mübalağa sanatı yapmaktadır (Yşa. 55:12; Yşu. 5:1 vb). Dolayısıyla Kutsal Yazıların tümüne literal anlam yüklemek bu hususta imkansızdır. İkinci sebep, Kutsal Kitap’ta Tanrı’nın, kendi halkını kurtarma amacıdır. Tanrı’nın Ruh olduğu (Yu. 4:24) ve sözlerinde ruhsallık dolu olduğu gerçek olduğundan dolayı, ruhsal şeyleri fani insanlara anlatmak için ruhsal terimler kullanmıştır. Örneğin İsa’nın Nikodim’e, “Sana doğrusunu söyleyeyim, bir kimse sudan ve Ruh’tan doğmadıkça Tanrı’nın Egemenliği’ne giremez” (Yu. 3:7) demesi, kuşkusuz literal bir anlam taşımaz.[16] Mesih bir insanın fiziken değil ruhen yeniden doğması gerektiğini söylüyor ve dolayısıyla “yeniden doğmak” terimi, ruhsal bir mecaz olarak kabul edilmelidir. Dispensasyonalistlerin literal ısrarındaki üçüncü yanlış, tipolojiyi görmezden gelmeleridir.[17] Elçi Pavlus Kolose kilisesine yazmış olduğu mektupta, “Bu nedenle kimse yiyecek içecek, bayram, yeni ay ya da Şabat Günü konusunda sizi yargılamasın. Bunlar gelecek şeylerin gölgesidir, aslı ise Mesih’tedir” şeklinde bir ifade kullanmıştır (Kol. 2:16-17). Başka bir deyişle, Eski Antlaşma’da Mesih’i işaret eden kısımların tümü bir tipoloji içermektedir. Musa’nın yılanı göğe kaldırması ve bunun Mesih’in çarmıhta asılı bir şekilde ölmesi bir başka tipoloji örneğidir.[18]
Dispensasyonal ilahiyatın literalizm üzerindeki bu ısrarı, hatalı olmasının da ötesinde tutarsızdır. İsrail ve Kilise arasında yapmakta oldukları keskin ayrım neticesinde mi yoksa sahip oldukları tutarsız varsayımın onları bu ayrımı yapmaya itmesinden dolayı mıdır bilinmez, ancak bir yanda tüm Kutsal Kitap’ın literal olarak yorumlanmasını savunup, İsrail’e ilişkin vaatlerin yalnızca Yahudi milletine (ırki anlamda) ait olduğunu ileri sürüp,[19] öte yandan Havva, Rebeka, Asenat, Rut ve Vaşti gibi isimlerin “tipojik” karakterler olduğunu iddia etmek,[20] tutarsızlıktır. Dispensasyonalistler, İsrail ile Hristiyan Kilisesi arasında tarihsel ve demografik bir ayrımın varlığını ileri sürerler. Onların inançlarına göre İsrail, İbrahim’e kadar uzanan İbranilerden (Yahudilerden) oluşan etnik bir ulus olarak nitelendirilir. Buna mukabil Kilise, Elçilerin İşleri’ndeki Kilise’nin başlangıcından beklenen göğe alınışa kadar kurtarılmış olan tüm fertleri kapsar. Geleneksel dispensasyonalistler bu zaman dilimini bir “parantez” veya başka bir deyişle, İsrail’in peygamberlik tarihindeki zamansal bir duraklama olarak tanımlamaktadırlar.[21] Bu dönemde Tanrı’nın İsrail’le olan ilişkilerini geçici olarak durdurduğu ve Kilisesine odaklandığı düşünülür. Ne var ki, dispensasyonalistlerin etno-teolojik bakış açısı, Yahudi ırkını ırki bazda yüceltmenin yanı sıra Kilisenin değerini de azaltmaktadırlar. Elçi Pavlus’un Romalılar mektubu başta olmakta birkaç yerde daha kilisenin gerçek İsrail olduğuna dair beyanları mevcutken (Rom. 2:28-29), dispensasyonalistlerin tam tersini savunmalarının hatalı hermenötikten ibaret olduğunu kanıtlayan niteliktedir. Nitekim Kilise ile Eski Antlaşma’daki Tanrı halkı arasında bölücü bir ayrım yapmak tek Tanrı’nın bölmekten ve Rabbin vefasız bir aile reisi gibi iki eşe sahip olduğunu söylemek demektir.
Antlaşma İlahiyatında Lütuf Antlaşmasının Birliği
Öte yandan Antlaşma İlahiyatında, Lütuf Antlaşması kendi içerisinde bir birliğe sahiptir. Antlaşma ilahiyatı, Tanrı’nın farklı dönemlerde, farklı biçimlerde düşünüp konuştuğunu, bir antlaşmanın bir önceki antlaşmayı yürürlükten kaldırdığını ve kurtuluşun her antlaşma (veya dönemde) farklı işlev gördüğü fikrini reddeder. Westminster İman Açıklaması, Tanrı’nın insanlıkla yapmış olduğu lütuf antlaşmasının tek bir antlaşma olduğunu beyan ediyorken şöyle diyor: “Bu antlaşma yasa ve müjde dönemlerinde farklı biçimlerde uygulanmıştır. Lütuf antlaşması, yasa altında vaatler, peygamberlikler, kurbanlar, sünnet, fısıh kuzusu ve Yahudi halkına verilmiş diğer türlü kurallarla uygulanmıştı ve bunların hepsi Mesih’in gölgesiydi.” (WİA VII:5). Bu beyan, lütuf antlaşmasının kapsayıcılığını ve eşsizliğini göstermektedir. Bunun yanı sıra dispensasyonal ilahiyatın tersine, İman Açıklaması, lütuf antlaşmasının farklı biçimlerde uygulanmış olsa da tek bir antlaşma olduğunun altını da çizmektedir (WİA VII:6).[22]
Kutsal Kitap, antlaşmanın birliğini ve bütünlüğünü sürekli geçmişten, yani Tanrı’nın İbrahim’le yapmış olduğu antlaşmadan bahsederek, o antlaşmaya gönderme yaparak açıklıyor. Örneğin, Mısırdan Çıkış 2:24’te İsrail halkı hala Mısır’da kölelik ederken, Tanrı İbrahim’le yaptığı antlaşmasını anımsayıp, onları kölelik boyunduruğundan kurtaracağını söylemiştir. Bu da Tanrı’nın daha önce vermiş olduğu vaadin devam ettiğini ve Tanrı’nın vaatler arasında herhangi bir bölünme ya da ayrım yapmadığı göstermektedir.[23] Nitekim Tanrı’nın, antlaşma yapmasının nihai sebebi kendisi için bir halk hazırlamaktır.[24] Bu hep böyle olmuştur; Adem’in düşüşünden itibaren Tanrı, insanlara merhamet etmiş ve zamanın başlangıcından önce seçmiş olduğu kimseleri kendisine çekmek için insanlarla antlaşma yapmaya razı olmuştur. Ancak bu süreç boyunca, İsrail halkının kendi içerisinde ve uluslararası boyutta deneyimlediği farklı dinamiklerden kaynaklı olarak, Tanrı onlarla muhtelif antlaşmalar yapmaya razı olmuştur. İbrahim’le yapılmış antlaşmadan sonra Musa’ya antlaşma yapması, Musa vasıtasıyla ahlaki, törensel ve hukuki yasalar vermeyi uygun görmüştür. Ardından halkın kendisine kral istemesi sonucu RAB, onlara Davut’u vererek Davut’la da antlaşma yapmış ve gerçek Krallığın (Mesih’le gelecek olan sonsuz krallığın) imasını yaparak, Davut’u bir tipolojik örnek olarak kullanmıştır. Başka bir deyişle, Tanrı’nın İsrail halkıyla yaptığı antlaşmaların tümü Mesih’i işaret ediyordu (Rom. 4:11; Heb. 8–10; Col. 2:11–12; 1 Cor. 5:7; 1 Cor. 10:1–4; Heb. 11:13; John 8:56).
Antlaşma ilahiyatının İbrahim’e verilen vaatle (Yar. 12:1-3), soya vurgu yapılması ve bahsi geçen soyun imanlı soy anlamına gelmesi, Musa’yla yapılmış antlaşmada, Yasa bir Kurtarıcı’ya duyulan ihtiyaca işaret ederken, insanın Yasa’yı mükemmel bir şekilde yerine getirememesi bir Kurtarıcı’nın gerekliliğinin altını çizer. Elçi Pavlus Yeni Antlaşma’da Yasa’nın insanları Mesih’e işaret etmedeki rolünü özellikle vurgular (Gal. 3:24). Davut ile yapılmış antlaşma, (2Sa 7:8-16) Davut’un soyundan gelenlere sonsuz bir krallık ve taht vaat eder. İsa’nın kralların Kralı olarak tahta geçmesi Davut’la yapılmış antlaşmayı yerine getirir; ki Mesih de zaten kralların Kralı olarak bugün tahtında oturmaktadır (1Ti. 6:15). Yeremya 31:31-34’te önceden bildirilen ve Yeni Antlaşma’da (İbr. 8:6-13) yinelenen Yeni Antlaşma, günahların bağışlanmasını ve yeni bir yüreği vurgular. Günahların bağışlanması (Mat. 26:28) ve yeni yaratılış – veya yeni bir yürek – (krş. Hez. 36:26 ve 2Ko. 5:17), Mesih’le gerçekleşti ve tamamına erdirildi (Yu. 19:30). Lütuf antlaşması içerisinde İbrahim, Musa ve Davut gibi figürler yer alsa da antlaşma birdir. Antlaşmanın bir olmasının en büyük delili de Mesih’in kendisidir; Mesih ne bölündü ne de parçalandı. Robertson’un bu konudaki görüşü oldukça yerindedir: “Mesih’in şahsiyetinde Tanrı’nın antlaşmaları beden almış bir birliğe kavuşmuştur. İsa, Tanrı’nın Oğlu ve antlaşmanın aracısı olarak bölünemeyeceği için, antlaşmalar da bölünemez.”[25] Mesih’in bölünmediği gerçeği, Tanrı’nın tek ulus olarak kendi halkını kabul ettiği ve çocukları arasında hiçbir ayrım yapmadığı gerçeği, Kutsal Yazıların en görkemli gerçeklerinden birisidir. Tanrı’nın insanlarla antlaşma yapmasının asıl sebebi, onları yavaş yavaş Mesih’in hakikat ışığına yönlendirmekti. RAB Tanrı, uygun görmüş olduğu zamanda Mesih’i ortaya çıkararak, aradaki düşmanlığı ortadan kaldırdı (Efe. 2:13). Böylelikle O’nun gözünde eşit derecede günahkâr olan, eşit derecede düşman olan Yahudiler ve diğer Uluslar, artık Mesih’in kanı ve çarmıhta yaptıkları vasıtasıyla birdirler. Ne geçmiş ne şimdi ne de gelecek zamanda Yahudiler ile diğer Uluslar arasında ayrım yapılacaktır çünkü O’nun gözünde hepsi aynıdır. Jean Calvin, bu konuyla ilgili yorumunu dikkate almak son derece önemlidir: “Şayet Yahudiler Tanrı’yla barışmak istiyorlarsa, Mesih’i Aracıları olarak kabul etmelidirler. Fakat onları Yahudi olmayanlarla tek bir beden haline getirmekten başka bir yolla Mesih onların esenliği olmayacaktır. Bu nedenle, Yahudiler Yahudi olmayanları kendileriyle paydaşlığa kabul etmedikçe, Tanrı’yla dostlukları olmayacaktır.”[26]
Sonuç
Sonuç olarak, lütuf antlaşmasının birliğinin incelenmesi, Kutsal Kitap ilahiyatının bütün dokusuna işlenmiş derin bir goblen ortaya çıkarmıştır. Yaratılış’tan Vahiy’e kadar antlaşma teması, Tanrı’nın insanlığa yönelik kurtarıcı vaatlerini pürüzsüz ve amaçlı bir şekilde birbirine bağlayan ilahi bir iplik olarak ortaya çıkmaktadır.
Atalara verilen vaatlerde, Sina Antlaşmasında ve Davut’la yapılmış antlaşmada atılan antlaşma temellerine tanıklık ederek Eski Antlaşma’da Tanrı’nın lütuf antlaşmasının bütünlüğü ve kapsayıcılığı göründü. Bunlar, yeni bir antlaşmanın aracısı olan İsa Mesih’in şahsında nihai gerçekleşmenin habercisidir. Yeni Antlaşma’da, Mesih’in yaşamı, ölümü ve dirilişinde Tanrı’nın antlaşma vaatlerinin sürekliliği ve yerine getirilmesi gösterildi. Lütuf antlaşmasının birliği sadece teolojik tutarlılık sağlamakla kalmaz, aynı zamanda Tanrı’nın değişmeyen karakteri ve sadakatinin güçlü bir anımsatıcısı olarak hizmet eder. Bu birleştirici antlaşma imanlıları Üçlü-Birlik Tanrı’sıyla lütuf, merhamet ve sonsuz sevginin damgasını taşıyan derin bir ilişkiye davet eder.
Bu birliğin sonuçlarını değerlendirirken, antlaşmaya dayalı kimliğimizin ışığında yaşanması için tüm Mesih inanlılarını çağırmaktadır. Antlaşma sadece akademik bir kavram değil, insanların Tanrı anlayışımızı şekillendiren, Hristiyanların birbirlerine olan ilişkilerine yön veren ve tüm imanlıları Tanrı’nın antlaşmaya olan sadakatinin iyi haberini bozulmuş bir dünyaya duyurma görevine iten canlı bir realitedir.
[1] Shuck, Glenn W., ‘ Christian Dispensationalism’, in Catherine Wessinger (ed.), The Oxford Handbook of Millennialism, Oxford Handbooks (2011; online edn, Oxford Academic, 5 Jan. 2012), https://doi.org/10.1093/oxfordhb/9780195301052.003.0026, accessed 20 Nov. 2023.
[2] Ryrie Charles, Dispensationalism. p.41.
[3] A.g.e. p.41-46.
[4] Ryrie, Balancing the Christian Life. P.30.
[5] Bahnsen, Greg. House Divided. 17.
[6] Robert K. Whalen, “Premillennialism” in The Encyclopedia of Millennialism and Millennial Movements, Ed. Richard A. Landes (New York: Routledge, 2000), 331.
[7] Ernest R. Sandeen, British and American Millennarianism 1800-1930 (Chicago: The University of Chicago Press, 1970), p. 66.
[8] Thomas R. Schreiner, “Revelation,” in Hebrews–Revelation, ed. Iain M. Duguid, James M. Hamilton Jr., and Jay Sklar, vol. XII, ESV Expository Commentary (Wheaton, IL: Crossway, 2018), 724
[9] A.g.e.
[10] Kenneth Scott Latourette, Christianity in a Revolutionary Age, II: The Nineteenth Century in Europe: The Protestant and Eastern Churches (1959) pp 428–31.
[11] William E. Cox, An Examination of Dispensationalism, with Why I Left Scofieldism, Presbyterian and Reformed Publishing Co. 1963, p. 5.
[12] A.g.e. 14.
[13] Buschart, W. David (2009-09-20). Exploring Protestant Traditions: An Invitation to Theological Hospitality. InterVarsity Press. pp. 216, 218.
[14] Ryrie, Charles C. (2007). Dispensationalism. Moody Publishers, p.80.
[15] Prophecy and the Church. P.17.
[16] A.g.e. 17.
[17] A.g.e. 18.
[18] Paczkowski, Mieczysław Celestyn (12 November 2014). “Amalek and the Amalekites in the ancient Christian literature.” Teologia i Człowiek. 26 (2): 137–160.
[19] Scofield Rerefence Bible, syf. 8, 34, 59, 72, 315, 705, 1255.
[20] Walter Scott, Bible Outlines, p. 113. (1879).
[21] Ryrie, Charles C. (2007). Dispensationalism. Moody Publishers, p.177.
[22] “Bu nedenle, özünde farklı olan iki lütuf antlaşması değil, çeşitli uygulamalar ve dönemler altında tek ve aynı olan bir antlaşma vardır..”
[23] Palmer Robertson. Covenants. P. 29.
[24] A.g.e. 47.
[25] A.g.e. 52.
[26] John Calvin and William Pringle, Commentaries on the Epistles of Paul to the Galatians and Ephesians (Bellingham, WA: Logos Bible Software, 2010), 236.